Tarih: 14 Ocak 2020
Yazan: Rafet ULUTÜRK
Konu: HÖH Dağıldığında Ardında Savrulacak Kül Bile Kalmayacak

Bizim kara kartallar kırkına bastı mı, Kuz Kaya’ya çıkar ve ayak tırnakları ile gagasıyla taşlara sürte sürte yolup atar, yenileri çıkana ve ruhen gençleşene kadar oracıkta kalırlar.

Halk ve özgürlük uğruna ayaklananlarımız 1989 Mayısında şahlandıklarında gökte dolaşan kara kartallardan cesaret alıyor, yüreği yüreğine sığmayan, ruhları kanatlanmış gençlerimiz o zaman doğruya yöneliyordu.

4 Ocak 2020’de Sofya Milli Kültür Evine toplanan alaca kalabalık Halk ve Özgürlük Partisi’nin 30. Yıldönümünü kutlamaya gelmişti. ”Kuruluş yıldönümünü kutladılar” demiyorum, çünkü onlar hak ve özgürlük mücadelemizin son asırda olgunlaşan biçim ve özünden olup milli kimliğimize sahip kişiler değildirler. Buraya toplananlar neyi alkışladıklarını bilmeden tapşin tapşin yapan mekanik mankenler gibiydiler.

Neyse ne, ama ne davamız ne de hareketimiz 04 Ocak 1990’da doğmamıştır. O tarihte ancak dar ve kör bir kalıba sokulmak ve sıkıştırılarak kimliksizleştirmek istenmiştik. Adına, önce “hareket”, ardından da “parti” denen olay, 30 yılda doğru dürüst günce bile tutmamış, halktan kopmuş, Bulgaristan Türklerini içerden çökertme amacıyla değerlenmiş bir saçma oluşumdur. 100 yıllık Türklük davası kaymağını çalarak balla karıştırıp halka yemekten başka bir şey değildir, diyebiliriz. Ne var ki dava ateşi artık söndüğünden dolayı, konuklara ikram edilecek ballı kaymak da kalmamıştı.

Vratsa hapishanesinde yatmış mücahit Emin Hamdi’nin Varna’daki 57 metrekarelik dairesinde 4 Ocak 1990 tarihinde sözde toplanan 33 kişiden sıkça söz edildi. Tüzük ve Program kabul ederek, Hak ve Özgürlük Hareketi adında bir politik parti kurduk dendi. İsmi Medü olan sakallı bir gencin, milli istihbarata ajanlık-muhbirlik yapan ve Pazarcık hapishanesinden salıverilişinin 13. gününde – 4 Ocak 1990 – Sofya’da bugünkü “Radisson” otelinin ikinci katında viski kahve muhabbeti yaptığını bilen bilir.

Aynı gün onun yanına gelen, aynı yıl Bulgaristan Büyük Halk Meclisi seçimlerinde HÖH listesinden milletvekili adayı gösterilen İç İşleri Bakanlığı müsteşarı Miroslav Dırmov, oturan sakallı gence fermuarlı siyah bir çanta içinde kurulacak yeni partinin Tüzük ve Programı ile 33 kişilik bir kurucu heyet listesi vermiştir. Aynı listede adı geçen ama 1989 sonunda hapishaneden çıktıktan sonra bir daha siyasete bulaşmayacağına yemin eden bugünkü Halkın Şeref ve Hürriyet Partisi (HŞHP) lideri Kasim Dal, listedekilerden 12 kişinin siyasi polis “DS” ajanı olduğunu daha sonra açıklamıştır. Daha da enteresan olan bu 33 kişi birbirini tanımadığı gibi, daha önce birbirini görmemiş, hiçbir zaman bir araya gelmemiş ve birlikte siyasi parti de kurmamış kişilerdir. Listedeki isimler son 30 yılda gizli tutulduğuna göre, hiç birine “kurucu” nişanı verilememiş, onlar adına madalyaları hain-ünvanıyla Ahmet Doğan’ın yakasına takılmıştır. Sözde “kurucu” kadroların çoğu kısa sürede Bulgaristan’dan kovulmuş ve kimlik mücadelemizde izleri silinmiştir. 4 Ocak 2020’de Sofya’da toplananların arasında o listedekilerden bir tek Ahmet Doğan ismi vardı. Aslında İç İşleri Bakanlığı’nda  (MVR) hazırlanan o evrakın ilk nüshasında da bir tek isim vardı – Ajan “Sava” – Medi-A. Doğan.

Bu gerçeklere dayanarak ve öz davamızın sadık mücahitleri olan bizler, HÖH partisinin 4 Ocak 1990 günü Varna’da Emin Hamdi’nin dairesinde değil, Bulgaristan İç İşleri Bakanlığı general ve müsteşar odalarında kurulduğunu bir daha doğruluyoruz. 30 yıldır bu sahtekârlıkla övünmeye devam edenler, her şeyden önce soy kırım denemesi süreci, kültürel soykırım ve Türkleri göçe zorlama zulmü katillerini adaletten korumak¸ Bulgaristan Müslüman Türklerinin tarihini istedikleri gibi kendileri yazmak, onların bugününü kendi arzularına göre düzenlemek ve geleceklerini de keyiflerine göre tasarımlamak istediler. Bu, III. Bulgar devleti tarihinde kurulan Müslümanlara karşı en büyük tuzaktır. Son hedefinde, Bulgaristan Türklerinin meşruluğunu geçmiş ve gelecekten silmek vardır. 04 Ocak 2020 Sofya HÖH kutlamaları yalnız ajanlar-muhbirler hareket ve partisi ile birlikte Bulgar toplumunun da baştan-başa çakallaştığına kesin kanıttır.

Düşmanlarımızın kaleme aldığı tarihte, Bulgaristan Türkleri Osmanlı devrinde  “İslamlaştırılmış Bulgarlardır.”

12 Haziran 1991 tarihinde kabul edilen 4. ve son Bulgar Anayasasında “Bulgaristan’da yaşayan Türkler, Türk dili, Bulgaristan Türklerinin yaşam tarzı, gelenekleri, edebiyat, sanat ve kültürü, Bulgaristan’daki Türk kimliği” yoktur. Bu yalan bütün bir halkın hafızasına zorla monte edilmeye çalışıldı. Bir eline içki- bir eline domuz yağı sabunu köpüğünden yetkiler verenler, cebinde lise diploması yokken, zar zor, ite kaka üniversite bitirten zavallı şahıs “doktor, profesör, Türklere lider” ilan edildi. Bunlar Bulgaristan’da çok yapıldı. Onlar da ağızından çıkacak her sözü dilinin altına sıkıştıracak “çok önemli” kişiler dalavereci köşkü “saraya” yerleştirildi. 30 yıldan beri istediklerini söyletip okuttular. Her şeye rağmen o zavallı halkı aşamadılar, hedeflerine ulaşamamışlardır.

Hain-A. Doğan’ın 10 yıl boyunca başucunda dikilen Sofya “Kliment Ohridski Üniversitesi” Psikoloji Kürsüsü Dekanı Prof. Dr. Lüdmil Georgiev, HÖH partisinin beyinsiz liderinin kafasına geçmişi, kökeni, soyu suyu yoktur anlamına gelen, “etnik” sözünü aşıladı.

Bu kavram, 30 yıldan beri Bulgaristan Türkleri için kullanıldı. Ve bu saçmalıklarla mazisi, kökeni ve kavmi olmayanlar tarif edilmeye çalışıldı. Bulgar kör kaz akıl hocalarına göre, ataları dünya tarihi yazanlar biz Bulgaristan Türkleri değiliz. Başkan Mustafa Karadayı’nın kekeleyerek okuduğu raporda “etnik” yani atasız kavramının 22 defa geçmesi utanç vericidir. İnsanoğlunun küçük hesaplar peşinde kendi kendini ve halkını sıfırlaması olumlu bir insanlık meziyeti değildir ve olamaz.

O, bu saçmalıkları 2019’da vefat eden, gençliğini ve olgunluk çağını Bulgaristan Türk Kimliğine karşı mücadeleye adayan, Pan İslamcılık ve Pan Osmanlıcılık tezlerini eleştirerek doktor, doçent ve Yüksek İslam Enstitüsü Rektörü olmayı başaran, ayrıca başımıza gelen kötülüklerin kaynağı olan BSP listesinden BHM milletvekili seçilen İbrahim Yalımov’un eserlerinden kopyalamış olabilir. Yeni Anayasa Milli Azınlık Komisyonuna seçilen Yalımov, komisyon oturumlarından hiçbirine gitmeyerek, hak ve özgürlüklerimizin, milli Türk kimliğimizin meşrulaşmasını baltalamayı başarmıştır. Bu gerçek onun kendi itirafıdır.

Olmayandan sahtecilik üretme ustası, uluslararası istihbaratçı, yazar Petır Yapov da, 8 yıl A. Doğan’la aynı odada aynı havayı nefes ederken, ne Amerika’nın ne de Rusya’nın Bulgaristan’da yaşayan Müslümanlara özel hak ve özgürlük, kolektif haklar, hatta doğal haklar tanınmasını kabul etmeyeceğini telkin etmeye çalıştı ve başardı. Bu işi başarırken zorlandığını “Şeytan” kitabında anlattı. Bulgaristan’da “Uzlaşma ve Barış” tesis edilebilmesi için Türk kimliğini sessizce eritmeye devam etmenin tek seçenek olduğunu gün be gün kakaladığını gizlemedi.

Bu gerçeklerin M. Karadayı, çevresindekilerle salondakileri neden etkilemediği ayrıca incelenmelidir. Öte yandan M. Karadayı’yı vicdanen ve ruhen esir alırken yakınlarına 10 milyon leva bağışlama planını hazırlayan ve uygulayan “gölgeyi” de araştırıp açıklamak zorundayız. Ne yazık ki M. Karadayı 2013’te 3 yıl içeri düşmeyi göze alan, genç mühendis Oktay Yeni Mehmet (o da ayrı bir teatro) kadar olamadı.

Listesi uzun profesör, yazar, psikolog, göz boyacı ve baş bağlayıcı seçkinlerden hatta hiç bir entelektüel Türk veya Bulgar bu partinin 30 yılını anma törenlerinde yoktu. Çünkü onlar III. Bulgar devleti politik sahnesindeki “HÖH-DPS” partisinin baştan sona bir tezgâh olduğunu çok iyi biliyorlar.

Son 1929’da toplanan Türk Milli Kongresinde siyasi şahlanmamız dalga dalga yüreklenirken tek söz Bulgarca konuşulmamıştı. Delegelerin hepsi Türkçe konuşmuş, tutanaklar Türkçe tutulmuş, bildiriler Türkçe yayınlanmıştı. Bir tek Çar III. Boris ile Meclis Başkanının kongreyi kutlama mesajları Bulgarca gelmişti. Onlar dahi tercüme edilerek kürsüden Türkçe okunmuştu.

30. yıl dönümü kutlama toplantısına Bulgaristan Türk aydınlarından, bilim adamı, gazeteci, şair ve yazarlarımızdan kimse yoktu. Daha ötesi doğru dürüst Türkçe konuşup yazan kimseler yoktu. Kürsüye çıkanlar sanki Bulgar erkine ve istihbaratına biz “sosyalleşerek kimliksizleşmeyi kabul ediyoruz” işareti veriyordu.

HÖH’ü kuran Bulgar istihbaratı 30 yıllık kaşarlı hainlik mayası Ahmet Doğan’ı koruyarak, art arda 2 kez partide yönetim kadrosu değiştirdi. Bulgar oligarşisi ve Türk düşmanlığının en seçkin ve vasıflı kadrolarını partinin politik yönetim organlarına, meclis grubuna da yerleştirebildi. Kısaca yönetimi sımsıkı ele geçirdi.

Sonunda halkın tepkisine boyun eğmek zorunda kalarak, hükümet Ahmet Doğan ve Delyan Peevski gibi hiç bir işe yaramayan ve kendi gölgesinden bile korkanların korumalarını kaldırmaya karar verdi. Başbakan Boyko Borisov hükumeti söküldükçe adalete ve gerçeklere yenik düşenleri seyretmeye sabırsızlıkla hazırlanıyoruz. M. Karadayı “seçim” sözünü kullanmaktan korksa da, kapı çalan büyük dalga halkın adil bir seçime uyanışıyla gümbür gümbür geliyor. Kim ne ekerse onu biçer sabredin az kaldı…

Politik kimliksiz ve ideolojisiz DC tarafından kurulan HÖH, Bulgaristan Türklerinin hak ve özgürlük, demokrasi ve adalet davasının mücadele ruhundan gelmediği gibi, tam tersi, bu ruhu boğmaya ve yok etmeye elinden geldiğince çalışmaya yeminliydi. 1991 anayasasını hazırlama, Müslümanların dil, din, kültür, kimlik, kişisel ve kolektif, sivil toplum örgütü, devlet kurumlarına eşit oranda katılma, karar alma ve yönetme haklarını yasallaştırma işlerine katılmaması, komisyon çalışmalarına girmemesi, genel kuruldan nedensiz çıkması ve Sofya pastanelerinde vakit öldürmeleri anlaşılır gibi değildir.

Bulgar meclisinde ilk grubumuz kurulsa da A. Doğan tarafından (DC katkıları ile) etkisizleştirilmiş, 1973 totaliter komünist anayasanın kopyalanıp halk düşmanlığının 30 yıl daha nefes almasına göz yumulmuş ve zulme yaşam hakkı tanınmıştır. Aynı yıllarda Bulgaristan Türk aydınları kırılmaya devam etmiş. “Hak ve Özgürlük Gazetesi” mali kaynaksız bırakılıp kapatılmıştır. HÖH finansmanıyla çıkan “Filiz” gazetesi de kapanmıştır.

HÖH aydınları, bir çobandan muhbir, ajandan hain, yalan milli kahraman ve sahte lider üretme yolunu anlatan ve balon şişiren Prof. İbrahim Tatarlı, Prof. Nikolay Mizov, ve Dr. İvan Palçev’in ısmarlama kitaplarından başka hiçbir eser yazıp bastırmamıştır. Yazdıkları kitapları ancak kendi adamlarına dağıtan ve çöpe atılmalarını önleyen HÖH’lü yağcılar 2019 yılında Sofya’da bir ALDE projesi olan, Avrupa Parlamentosu üyesi Greyın Votsın’ın “Liberal Avrupa Kuralım” kitabını da  bastı ve güvendiği adamlarına elden dağıttı. Bu eserde Avrupa liberalizminin 1999-2004 serüvenleri anlatılır.

Bulgaristan, Avrupa Birliği (AB) ve ALDE’ye 2007’de katıldığından, bu eserin Bulgaristan’da özgürlük, demokrasi ve adalet kavgalarının anlaşılmasına pek katkısı olacağına inanmıyorum. 2020’nin Mart ayında ALDE’nin Sofya’daki Milli Kültür Evinde bir Konferans çağırdığı da öğrenildi. Hazırlıkları, HÖH Başkan yardımcısı ve eski AP milletvekili Filiz Hüsmenova yürütüyor.

1990 yılına kadar Bulgaristan’da liberal (özgürlükçü) görüş yasaktı. “Devlet” eserini kaleme alan Platon ve eski klasiklere kadar inen bu geçmiş defalarca kırılmış, Fransız Devriminden (1795) sonra sosyalist ideye yem olmuş, 20 yüzyılda Hitler ve Stalin totalitarizmi arasında ezilmiş ve nacak İkinci Dünya Savaşından sonra Batı ülkelerine yeşermiştir. Günümüzde Bulgaristan’da liberalizme yer var mı? Liberalizm bizim milli kimliğimizi bina etmemize yardımcı olur mu yoksa savunduğu “jender” ideolojisiyle ana-okulları, okullar ve diğer kurumlar kapısını aralayıp ailemize girerek geleneklerimizi bombalayıp parçalamak mı istiyor?

Dünya Liberallerinin Merkez ve  Doğu Avrupa ülkelerindeki finansmanını sağlayan, Rusya Federasyonu ve Macaristan’da kovulan Georg Soros, Sofya’da “Açık Toplum” ofisi ve Yeni Bulgaristan Üniversitesi (NBU) açtı. Bu iki kurumdaki yayımcı ve aydınlar Bulgaristan Türkleri ve diğer Müslümanlara ılımlı yaklaşsa, onların hak ve özgürlüklerinden olumlu söz etse de, vatanımızın hiçbir yerinde HÖH ile “Açık Toplum” el ele verip anadilimizde bir kreş veya bir Türk okulu açmamıştır. Türk aydınlarımızın Türk kimliğimiz duvarına bir çap taşı olacak bir şiir, hikâye ve hatta öyküsünü basmamıştır. Türkçe radyo açmamıştır. Bir cami onarmamış, “Vakıf Mülklerimizin” iade edilmesinde direnmediği gibi, 2018 ve 2019’da evleri yakılan çok çocuklu Roman-Millet ailelerinin yanında durmamış, onlara hukuksal kanat açmamış, yol göstermemiştir. Sofya’da 25 bin Müslüman yaşarken bir Müslüman Mezarlığı yoktur ve açılmasına el uzatan da yoktur. Bize “bostan korkuluğu” liberalizm gerekli değildir.

Avrupa Birliği, Avrupa Konseyi, Avrupa Parlamentosu, ALDE ve Bulgaristan kolu HÖH partisi aracılığıyla Bulgaristan Müslüman azınlığına “özgürlükçülüğü” tartışmaya açacaksa, acele etmelidir. Yayınlar, konferans ve paneller yapılmalıdır. Politik ve ideolojik konular üzerinde fikir alış verişine açık olan Bultürk ve BGSAM kurumlarının kurucusu olarak, öncelikle halkımızı felaketler karşısında uyaracak bir dünya görüşüne gerek olduğuna bilgilendirmeye katılmak isteriz.

Şöyle anlaşılmak isterim. Azınlık olarak biz Türkler, monarşizm – Çarlık – yıllarında ezildik, sürekli göçe zorlandık, manevi köklerimiz kesildi; 1944-1989 yılları arasında komünist totaliter rejim “insan kardeşliği” sloganı ardına gizlenerek bize soykırım, kültürel yok etme, kökümüzden söküp göçe zorlayarak hepimizden kurtulmaya çalıştı. Şehitler verdik, kanları yerde kaldı. İyi yetişmiş bir köylü genç olan ve liberalizm görüşünü Bulgaristan’a taşıyan bir katır gibi kullanılmak istenen Avrupa Parlamentosu (AP) milletvekili, ALDE yönetimi üyesi İlhan Küçük’ün bu konuda çok derin düşünmesi gerekir. Bugüne kadar Liberalizm bir ideoloji ve politik uygulama olarak hiçbir Müslüman topluluğa aşılanamamış, hiçbir yerde bizim manevi dünyamızda ürün vermemiştir.

Soruyorum: Liberalizm bize ne vaat ediyor.

Sofya’daki 30. yılı anma toplantısında bu konu açılmadı ve işlenmedi. Liberalizmi Bulgaristan Türkleri Kimlik belleğine aşılamak isteyenler kesenin ağızını açmış birkaç kişinin banka hesaplarına sürekli havale gönderiyorlar, ama aynı zamanda halkımızı zehirliyor, geleceğimizi karartıyorlar. Bunları Türk-Müslüman toplumu afetmemelidir.

Önce şu iyi bilinmelidir. “Özgürlükçülüğün” – liberalizmin birinci ilkesi, kişisel bağımsızlığa müdahale edilmemesidir. Fakat Pomak kardeşlerimiz 1972-1973’te kan kusarken, 1984-1989 döneminde isimlerimiz değiştirilmiş ve en doğal insan haklarımız yasaklanmış ve düşünebilen kardeşlerimiz tutuk evlerinde ve toplama kamplarında ezilirken, Dünya Liberalizmi neredeydi? Hangi protestoyu yaptı hangi bildirisini yayınlamıştır. Bulgar ırkçılığını hangi forumda kınamıştır. Diktatör Todor Jivkov’un anıtlarının yıkılmasını neden istemiyor. Jorj Soros, Polonya’nın “Treplika” temerküz kampında yakılarak öldürülen Çingene kardeşlerimiz için Federal Almanya tarafından ödenen 4 Milyar DM’a (Alman Markına) el atmıştır. Hangi gettoyu yıkıp yerine modern Çingene Semti kurdu? Göstersinler bir tane gösteremezler çünkü yok. Bulgaristan’da hangi fabrika liberallerindir. “Özgürlükçüler” hangi ezilen grubun yanında yer almıştır?

Bulgaristan’da hangi camiye 1 metre küp odun, 1 metre halı veya hangi yetimlere bir öğün yemek vermiştir? Bu sorularımız sormakla bitmez.

HÖH’nin 30. kutlama yılında değinilmeyen konulardan biri de, “özgürlükçülüğün” özünü oluşturan, “azınlıkların kolektif olarak karar alma ve yönetime katılma hakkıdır.” Bu özgürlükçülük ilkesinin uygulanması, halen diktatörlük ilkelerine göre, tek kişi (DC) tarafından yönetilen HÖH partisinin içinden patlaması ve parçalanması anlamına gelir. Bu nedenle liberalizmin bu ilkesinden ne Genel Başkan Mustafa Karadayı ve de Liberalcı geçinen milletvekili İlhan Küçük söz ettiler. Bu açıdan bakıldığında 1990’dan beri 7 kez parçalanan HÖH partisinin yeni bir dünya görüşü, adalet ve demokrasi anlayışı, halkı kucaklayacak bir iktidar, aşırı milliyetçilik ve ırkçılığın kökünü kazıyacak kararlı bir yaklaşım aranıyor.

HÖH-DPS-ci liberalizm uşaklarının suskunlukla geçiştirdikleri şu sorun da ilginçtir. Klasik Liberalizm anlayışında “kişisel (bireysel) özgürlükler, kişinin kendi girişimiyle hayatta yerini bulmasını ve topluma yararlı olmasını” içerir. Kısıtlamalara karşıdır.

Soruyorum: Parti içi diktatörlüğün baskı ve kişisel eziyet ilkeleriyle yönetilen HÖH partisi, parlamento seçimlerinde kişisel tercih (preferentziya) hakkını kullanma yasağını ne zaman kaldıracaktır? Yerel ve Avrupa Birliği seçimlerine dış ülkelerdeki yurttaşlarımızın da seçime serbestçe katılmasını ne zaman isteyecek ve meclis çoğunluğu gücüyle koparıp alacaktır! Vatandan kovulmuş ve Türkiye’ye sığınmış soydaşlarımızın hiçbir engelsiz, sınırlamasız ve kısıtlamasız seçme ve seçilme hakkını ne zaman savunacaktır?

Sandık hakkı oligarşiyi ve diktatörleri yaşatma hakkı değildir ve olamaz! İşte bu noktada, HÖH Liberalizmi tek yanlıdır, sakattır, günümüzde Bulgaristan Müslümanları için zararlıdır. Bu yapılmadıkça liberal uygulamalar ancak Bulgar ırkçılığına hizmet eder. Bir yasal insan hakkı olan seçme ve seçilme hakkımızın çiğnenmesine HÖH yönetimi tarafından göz yumulması suçtur. Bu bakıma, anadilde zorunlu eğitim hakkımızı savunmadığı gibi doğal haklarımızın ayakaltına alınması, modern insan haklarının başında gelen seçme ve seçilme hakkımızı özgürce kullanmamızı engellemektedir. Uygulanan yasal engellerin kaldırılmasına göz yumduğu için HÖH Liberal bir parti sayılamaz.

Bu düzen bozulmalıdır. Sofya Meclisi nüfus içinde azınlıkların oranına göre seçilerek bileşim oluşturmalı ve bu durum yürütme ve yargıya da yansımalıdır. Liberalizmin özündeki gerçek budur. Bunu görmek istemeyenler kendilerine liberal diyemezler. Örneğini komşu Kuzey Makedonya’da görebilirsiniz. Kuzey Makedonya Yüksek Mahkeme başkanı şimdiki dönem Türk, Meclis Başkanı Arnavut’tur.

HÖH “liberallerinin” 30. Yıldönümü kör sofrasından önce yaptıkları toplantılarda değinmek istemedikleri şöyle bir gerçek daha var: Liberalizm ancak ve yalnız bir uyumlu (harmonik) ve bütünselliği tamamlanmış toplumda hayat hakkı arayabilir. Bulgar toplumu Cumhurbaşkanı Rumen Radev’in ifadesiyle bir “bataklık” olmaktan çıkmış, artık suyu çekilmiş ve çamuru patır patır parçalanmış, ara çukurları insan boyu derin bir toplumdur.

Topluluklar arası uçurum, anayasa değişikliği ile sivil toplum kapısı aralanmadan, hukuk üstünlüğü ve herkes için eşit adalet ve demokratik toplum kurulmadan asla kapanamaz. Liberaller hiçbir toplumda beraberlik kuramamış, dillerin, kültürlerin, okulların eşitliğini sağlayamamış, çok kültürlülük demedi derleyememiştir. Bulgarar devlet erkini ülkedeki azınlıkları ezerek yönetmek için istiyorlar, oyla Liberalizm temelinde yönetimde eşitlik ilkesi esastır. HÖH elitinin kesesi dolu olduğundan halkın yönetime katılmasını istemiyor ve hatta engelliyorlar. Yönetim iplerini kendi ellerinde tutmak istiyorlar. Bu anti-liberal bir uygulamadır.

Şuna da değinmemiz iyi olur: Liberal özgürlükçülük halk yığınlarının hareket, kavga ve direnişçi mücadele özgürlüğüdür. HÖH ise kendine ana görev olarak, ahlakını bozduğu Müslümanları gemlemeyi, kafalarına “uzlaşmacı kölelik” değeri monte etmeyi seçmiştir.  Bunun en kesin örneği düne kadar uygulanmaya çalışılan “Bulgar Etnik Modeli”, “Bütünleşmenin Roman 10 Yıllığı” gibi saçmalıklardır. Bu arada, Smolyan (Paşmaklı) yöresinde 1934’te faşist darbesinden sonra kükreyen faşist diktatörlük koşullarında kurulan “Rodina” (Vatan) adlı Pomakların isimlerini değiştirme ödevli ırkçı örgütlenme şimdi  yeniden canlanmıştır. Pomakları Bulgar kültürsüzlüğü kazanında kaynatmakla ün yapan ve ezgin insanlara 10 yıl zulüm ettikten sonra 1942’de yasaklanan bu örgütün yeniden güçlü bir hamleyle dirilmesinin ardında G.Soros tipi kaynaklardan kısım kısım para aktığını gören HÖH – eliti, kör davranıyor. İsimlerimizin iade edildiği tarih olan ve Pomaklar arasında “Kurtuluş Bayramı” olarak kutlanan 29 Aralık tarihinde camilerde düzenlenen törenlerde “Rodina” örgütünün faaliyetleri kınanmamıştır. Oysa bu örgüt artık genç nüfusun önemli bir kısmını etkisi altına almış bulunuyor.

120 Pomak gencin bir kısmını dış ülkelere, diğerlerini de milliyetçilik ve ırkçılık yuvası Bulgar Üniversitelerine yerleştirdiği ilgi çekti. Halk rahatsız.  2011 yılında başlayan ve 2019’da özellikle şiddetlenen “ailesiz, ana babasız, soy sop bilinci olmayan, saçı sıfır numara tıraş edilmiş kafalarının içi de kuru temizlikçiye verilmiş” tipler özenle yetiştirmektir. Ahlaksızlaştırılan, aile geleneklerinden kopmuş, nikâhsız ve çocuksuz yetişen yeni kuşak Bulgar gençler istediğini vermeyenlere her gün bıçak çekip, gözü kara zarar veriyorlar. Toplum kasaphane gibi. Güvenlik kalmamış, huzur bozulmuş. Savcılık ve 72 bin polis, jandarma, muhtar ve dayakçı kontrolden çıkmış şiddeti gemleyemiyor. Bu noktada, kişisel eylem özgürlüğünün kötüye kullanıldığını ve Bulgaristan’ı liberalleştirme heveslilerinin olaylara seyirci kaldıklarını görebiliyoruz.

  1. Karadayı’nın kutlama konuşmasında büyük hain Ahmet Doğan’ı övmekten vakit bulup, işaret etmek istemediği liberallerin savunduğu “muhtariyet (otonomi) özgürlüğüne” de biraz değinelim.

Bir yandan bütünleşmiş görünmeye çalışan ve çatlakları ALDE tarafından cilalanmak istenen günümüz Avrupa Birliği aslında suyu çekilmiş gölet, bakımsız ve güneşte kalmış kayın kalası gibi çatlamış durumdadır. Bu çatlakların en büyük olanı, hakları ve kimlikleri meşrulaştırılmayan Bulgaristan Müslümanları, Türkleri ve tüm azınlık topluluklarıyla Sofya merkezli milliyetçi devlettin arasındadır. Tek bayrak ve ülke sınırlarının dokunulmazlığı temelinde Bulgar devlet, millet, halk ve topluluklarının yeni bir düzende buluşması ve örgütlenmesi zamanı gelmiştir, 30 yaşında, artık kesin yiyip yatmayı seçen HÖH partisinin bu konuda söyleyecek sözü kalmaması çok acı ve utanç verici bir gerçektir. Bu, partinin mücadele geleneklerimizden, halkımızın menfaatlerinden ve maneviyatından, hak ve özgürlük davamızdan, ayaklanma azmimizden tamamen kopmuş olduğuna kesin işarettir. Bizim davamızda “soykırım denemesi”, “zulüm”, dayatmalar, görülmemiş hesaplar gibi açık sayfalar vardır ki, bunları hasıraltı eden HÖH partisidir ve daha 30 yaşında kendi kuyusunu kazmıştır.

Sofya’da Milli Kültür Evine toplanıp kadeh kaldırıp “biz körelmiş tırnaklarımızı ve işe yaramayan gagamızı söküyoruz” haykırışları yükseltseler de, bu vasıf onların ne özünde ne de sözünde olmadığından bir palavra olarak parlayıp bitti.

Otuzuncu yıl anma Sofya töreni köksüz bir Bulgar Noel ağcını sulama gösterisiydi. Sulamakla Noel ağcının büyümediğini halk biliyor.

Başka bir değişle beslenen kuş Kara Kartal değildir. Kara Kartal yuvasına konan yabancı yumurtadan çıkan bir patavatsızlıktır. Arkalarında güvendikleri birileri olmasa asla bu gibi çıkış yapamazlardı. Genel Başkan Mustafa Karadayı’nın kürsüden okuduğu rapor baştan sona yalan dolan, aldatmaca, göz boyama ve Bulgaristan Müslümanlarını kandırma, aldatma, sömürme, kullanma denemesidir. Ahmet Doğan gibi Mustafa Karadayı da kendini, maneviyatını, geçmişini ve geleceğini, en kötüsü de ruhunu satmıştır.

İki yıldan beri insanların önüne çıkıp haldır huldur asılsız bir şeyler anlatıp karşısındakileri kandırmaya çalışıyor. Bulgaristan’da Türkler acınası bir duruma düştük. Durumdan çıkış yolunu ancak kendimiz bulabiliriz.

Dava yolunu yürümeyen biri davamızı anlatamaz, üstlenemez, yönetemez. Ona ancak zarar verebilir.

Okuyanlara teşekkürler.

Reklamlar