Musa VATANSEVER

Konu: Türkiye’nin Büyük Diplomatik Başarısı

 

F-16 savaş uçaklarının ilk nokta atışları yapılınca kuyruğuna basılmış kertenkele gibi cıyakladılar. Kuyruğu bırakıp kaçmak mi, renk değiştirmek ve yeni maske takmak mi iyi olur diye düşündüler kaldılar. Sabrın sonunun geleceği günü düşünememişlerdi.

 

Bu defa “Savaşa Karşıyız!” sloganı tutmayacak, çünkü tutması için önce “Teröre Karşıyız!” “İnsanların Katledilmesine Karşıyız!”, “Caniliğe Karşıyız!” pankartları taşınmalıydı. İkincileri ne yazdınız ne de taşıdınız. İnsanların kucu gibi kesilmesine karşı miting düzenlemeniz gerekirdi, yapmadınız. Cenaze törenlerine gelmediniz, kimseyle helalaşmadınız…

 

Şimdi birden bire, “bu bir savaş”, “Biz savaş istemiyoruz?” diye bağırıştılar.

 

İki çeşit savaş vardır. Biri HAKLI ve ADİL SAVAİ! İkincisi de sizin mazlum insanlara karşı gece gündüz yürüttüğünüz sinsi saldırı savaşıdır ki, baştan aşağı haksızdır, lanetlidir ve durdurulup yok edilmesi kutsaldır. Haksız olan, niteliğinde bir saldırı olan terör savaşlarının tümü haksızdır. Hedeflenen mazlum insanların huzurlu yaşamıdır, gasp ve talandır.

 

Türkiye’nin Yakın Doğu sınırı ötesine konuşlanmış, Irak ve Suriye’de ölüm saçan, barbar olduğu kadar da vahşi, acımasız, merhametsiz saldırgan terör örgütlenmesine ve kudurmuşça saldırılarına karşı açılmış bir savaştır sözünü ettiğimiz yeni haklı akın. Yakın Doğu, dünya gizli karar merkezlerinin sinsi planlarını gerçekleştirerek birçok kabileyi, halkı ve devleti parçalayıp yok etme planlarına atış alanı, tatbikat sahası ve insanlığın sabrını sınama merkezi haline getirilemez! Yılanın uzadığı, kertenkelenin büyüdüğü ve ateşin de yayıldığı gibi zorla yakılan şu ölüm ateşinin ayevleri yükseldikçe kıvılcımlar Türkiye’ye de sıçramaya başladı.  Bu imha ateşine benzin atanlar nereye gizlenirlerse gizlensinler, kiralık katillerinin hiç birinin mezarına gelmeseler bile, gün gelip onlar da inlerinden çıkacak ve yok edileceklerdir. Gizli hazırlanan imha etme ve hakim olma planlarının bin bilmem kaçıncı sayfasında Türk halkının yok edilmesi cümlesinin yazılı olduğundan da şüphe etmiyoruz. Çünkü kendileri kara cahil yüzleri maskeli katillerine verilen son emir yok,  gözü dönmüşler sözde “yeni b,ir dünya kurmak için” eski dünyayı karıncalarına kadar öldürüp yok etmeyi göze almışlar.

 

Berrak akan suların tüm diğer içilir kaynakları yatağına aldığı bilinir. HAKLI SAVAŞLARDA HEP ÖNCÜ olan Türkiye Cumhuriyeti yeryüzünde terör kaynaklarını yok etmeye yeminli tüm halkları ve devletleri, ulusal ve uluslar arası barış ve adalet örgütlerini, insan hakları güçlerini saflarında toplamayı başarıyor. Öldüren katili öldürmek sevaptır inancı bölgeye ve dünyaya yayılıyor. Teröristlerle kesin hesaplaşma zamanı geldiğine inananlar eyleme geçiyor.

 

Türkiye’nin yeni dış politikası, büyük bir bölgeyi yakan ve katillerin herkesi öldürme niyetinin gözle göründüğü, savaşın diğer bölgelere de yayılarak yayıldığı bir dönemde cankurtaran olarak yetişti. Şu da var, dünya artık tüm teröristlerin aynı kaynaktan beslendiğini, silahlandırılıp kışkırtıldığını gördü ve inandı. 40 yıldan beri silah bırakmayan PKK ile yeni hareketlenen DEAŞ’ın aynı katil sürüsünden olduğunu görmeyen kalmadı.

 

Yeni ve isabetli politikanın ilan edilmesi ve ilk jetlerin havalanmasıyla birlikte Birleşik Amerika hükümetinin Ankara’nın anti-terörist harekâtını tamamen ve bütünsel desteklediğini açıkladı. Dünyanın en büyük 4 askeri hava üssünden biri olan, Yakın Doğu barışı için stratejik önem taşıyan, Adana  “İncirlik” askeri tesisini anti-terörist operasyonlarda birlikte lojistik ve operasyonel kullanma kararı açıklandı. İnşasına 1951’de başlanan, 1954’te tamamlanan ve 1974 Kıbrıs çıkarması sırasında olduğu gibi aralıklarla kapatılan, sonra yine açılan bu tesisin son dönemde ucu direk olarak Türkiye’ye de uzanan, her gün can alan Irak ve Suriye’deki terör başkaldırısına karşı ortak kullanımı öncelikle çok büyük bir diplomatik başarıdır. Son 60 yılda, NATO çerçevesinde de olmak üzere, “İncirlik” Türkiye’nin devlet bütünlüğünün korunması ve Türk dış politikasının stratejik hedefleri için bu kadar kararlı olmak üzere birlikte kullanılmamıştı. Yakın Doğuda, Türkiye’nin komşularıyla sınırlarında ve düşman inlerinde yepyeni bir durum meydana geldi. Teröristleri karargâhlarında yok etme kararlılığı bölgede dua edilerek karşılandı. Yeni durumun adı “teröristlere göz açtırmama kararlılığıdır!” Bu kutsal bir karardır. Türk Amerikan ilişkilerinde şimdiye kadar erişilememiş bir doruktur.

 

Bu politik tezi doğru anlatabilmem açısından Türk Amerikan ilişkilerinin tarihine bir göz atalım:

 

Türkiye-_ABD ilişkilerinin başlangıç tarihi, şimdilerde unutulmuştur; ama oldukça gerilere 1780’lere kadar gider. Yani Bulgaristan Osmanlı sınırları içindeyi ve Osmanlının bir parçasıydı o zamanlar. Söz konusu yıllarda Amerikan gazetelerinde Türk-Osmanlı tarım ürünleri başta olmak üzere, İzmir’in incirini pazarlayan şirketlerin ilanları yer almaktaydı.

 

1799’da ABD Başkanı John Adams, bir komisyon kurdurarak, komisyon başkanlığına adadığı William L. Smith’ten, Osmanlılarla bir dostluk ve ticaret antlaşması yapabilmek için görüşmeler başlatılmasını istemişti. Nedir ki, bu komisyonun çalışmaları bir sonuç getirmemiş, Osmanlı devleti henüz ‘rüştünü kanıt etmemiş’ olan Amerika ile dostluk ve ticaret antlaşması imzalamaya yanaşmamıştır. Bu antlaşma daha sonra Başkan Andrew Jackson döneminde, 7 Mayıs 1830’da İstanbul’da imzalanmıştır. Böylelikle Amerika, 1535 yılından beri Osmanlı’nın vermekte olduğu kapitülasyonlardan da yararlanmış oldu. Amerika kapitülasyonların veriliş sırasına göre 12. devletti. Daha önce kapitülasyon almış olan Fransa, Avusturya, İngiltere, Hollanda, İsveç, Danimarka, Prusya, Bavyera, Rusya, İtalya bu özel ticaret antlaşmalarından büyük karlar elde etmekteydiler.

 

Amerika ile imzalanan ticaret antlaşması ve verilen ‘en imtiyazlı ulus’ statüsü Amerikan Senatosu tarafından çabucak ve 40 lehte oya 1 karşı oyla imzalanmıştı.

 

Osmanlı topraklarına ilk ayak basan misyonerlerse Pliny Fisk ve Levi Parsons olmuşlardı. Bu iki din adamı 5 Ocak 1820’de İzmir’e gelmişlerdi. Anadolu topraklarında misyonerlik faaliyetlerini sürdürmek ve Hıristiyanlığın diğer kollarıyla misyonerlik yarışına girmek için uğraşan bu iki din adamından Amerikan Devleti ilginç bir talepte bulunmuştu. Kısaca ABCFM diye bilinen Congregational Kilisesi’ne bağlı olan Amerikan Yabancı Misyonerlik Komisyonu bu iki din adamından önce Anadolu’da aşiretlerin yerleşim alanlarını ve yaşam tarzlarıyla Osmanlı’daki SINIFSAL kurumların incelenmesini ve raporlar halinde kiliseye iletmelerini istemişti.

 

Amerika ile Türkiye arasında 1830’da imzalanan dostluk ve ticaret antlaşması yaklaşık 100 yıl yürürlükte kaldı. Lozan 1923 antlaşmasıyla Türkiye Osmanlı tarafından verilmiş olan tüm kapitülasyonlardan kurtuldu. Ne var ki, Lozan’ın Amerikan senatosundaki onaylanması Ermeniler tarafından ve Episkopal Kilisesi’nin gayretleriyle 50 karşı oyla 34 lehte oyla reddedilmişti. Yukarıda sözünü ettiğim diğer kilise, Congregational ise Türk-Osmanlı topraklarında en etkili faaliyetlerini yürütmüş kurumdu. Okullar açmış ve pek çok insanı kendi bünyesine kazandırmıştı. Bu kiliseye katılan Anadolu halkının büyük çoğunluğu, Müslüman değildi, diğer Hıristiyan mezheplerine mensup (Süryani, Sabi, Nasturi, Keldani, vb) insanlardı. Bu iki kiliseden Episkopal Kilisesi, Protestanlığa daha yakındır ve aynı yıllarda bu iki kilise arasında Türkiye konusunda da amansız bir rekabet yaşanmıştır.

 

Osmanlı Devleti, ilginçtir ki, kendisi bir monarşi olmasına rağmen,  Amerikan İç Savaşında (1861–1865) Federalist ve Cumhuriyetçi güçlerin ‘Birleşik Devlet’ kurmaları tezini ve ‘Temsili Hükümeti’ yerleştirmeleri fikrini desteklemişti. Osmanlı, birçok Avrupa devletinin aksine Amerika’nın ‘Bölünmez Bütünlüğünü’ savunduğunu AÇIKÇA tüm dost ve düşmanlarına – en başta İngiltere ve Rusya – ilan etmekten kaçınmamıştı. 1861’de Amerika Edward Joy Moris’i Türkiye Bakanı olarak atamıştı ve kendisinden sultanın desteğinin hangi yönde olduğunu öğrenmesini istemişti. 1861’de Sultanla görüşen Morris Amerikan Başkanına şu mektubu yazmıştır: “Sultan, Birleşik Devletlerin bölünmezliğini savunuyor. Bu güzel haberi Amerika’ya bildirmek beni çok mutlu etti. Amerika, bu büyük imparatorlukta kendisine çok yakın bir dost bulmuştur.” Osmanlı bununla kalmadı. Bir de kararname yayınlayarak Osmanlı’nın denetiminde ya da etkisinde olan tüm limanlarda Amerikan gemilerine, başka devletler tarafından engelleme yapılmasını ya da başka yollardan zarar verilmesini yasakladı.

 

Türk – Amerikan ilişkilerinin kısa tarihinden bazı sayfalar verdim. Adana “İncirlik” üssüne ve bu askeri tesisi ortak düşmana karşı birlikte kullanmaya giden yolun kaldırım taşlarında yürüdük. Şimdi ilk kez olmak üzere Amerika Türkiye’nin toprak bütünlüğünden yana, ortak düşman olan uluslararası terörizme karşı omuz omuza savaşma, aynı askeri üssü aynı hedeflere karşı birlikte kullanma ve düşmanı yok edici dereceye tırmandırmayı kabul ettiğini görüyoruz. Bu çok uzun bir diplomatik uğraşının zafer doruğudur.  Biz Bulgaristanlı soydaşlar, derneğimiz ve taraftarlarımız, tüm dostlarımızla birlikte Türk diplomasisinin büyük başarısını candan kutluyoruz.

 

Reklamlar