Raziye ÇAKIR
Tarih: 20 09 2017
Konu: Komünizmin en kötü yanı bıraktığı mirastır.
Hasetlikten çatlayan insanlar arasında yaşama çok zor. Bulgaristan’da sözde demokrasi koşullarında yaşamak, sarı dikenlikte yürümek gibi bir şey! Günümüz Bulgaristan’ında en gelişmiş vasıflardan biri insanların arsındaki fesatlıktır.
Yıllar önce Bulgar yazar Simyon Radev, Bulgaristan Yazarlar Birliği tarafından Nobel ödülü adayı gösterilmiş. öneri yapıldıktan sonra itirazda bulunmak için geç kalınmış olsa da, Sofya Yazarlar Birliği üyelerinden hemen hemen hepsi Stokholm Nobel Komitesine ayrı ayrı mektup yazarak, “ama bunu yapmayın, yanlış olur, o adam şöyle ya da böyledir”, demiştir.
Bizimki, koşarak geçilecek bir dikenli yol değildir. Bazen elini tutacak biri yoksa yerinden kalkamazsın. Öyle bir şey bizdeki durum.
Çar III. Boris’in /1918-1942/ danışmanlarından biri olan Bulgar yazar Elin Pelin “sıradan Bulgarlar arasında en gelişmiş duyumlardan biri fesatlıktır” demişti. O bir eserinde, “Bulgaristan’da deha doğsa, o kıskançlık dehası olur” diye yazdı.
Kıskançlık her yerde rastlanır. İnsanlar göründükleri gibi değil. Öyle olsa bile konuşma ve yazı dilinde fesatlık ve hasetlik üstüne atasözü olmayan dünya halklarından birisi biz Türkleriz. Bulgar hasetliği olumsuz enerjiyle yüklü ve mahvedici, kötü sonuçlar doğuran bir güçtür. Bu bakıma insan bilincini olumsuz etkiler ve yıkıcıdır.
Bugünkü Bulgaristan’da daha önceki kuşakların (babaların, dedelerin) yaptıklarından korunmak için çok büyük enerji harcanıyor. Bulgarların özgün çizgilerinden biri “kendilerini yaratırken, kurarken değil de yıkıp yok ederken” daha fazla Bulgar hissetmeleridir. Okurlarım, “1944-ten 1989’a kadar kendileri bize zulmetmekten başka ne yaptılar” ki sorusunu hemen yapıştırmakta tamamen haklıdır. Bulgar toplumunda alıp yürüyen eleştiri dalgası buna büyük kanıttır. Düşüne biliyor muşunun 1990’dan sonra 15 bin irili ufaklı sanayi tesisi yok edildi. Bunu çok büyük bir gururla yaptılar. Çünkü herkes işsiz kalınca hurdacıların eline bakacak, ayağına kapanacaktı.
Bugün 20 Eylül 2017! Sofya’da parlamento binasının önünde, Bulgaristan’da ayakta kalıp henüz kapılarını kapamamış, işçilerini tavuk kovar gibi işletmeden kovmamış sanayi tesislerinden işçiler büyük bir gösteri yaptılar. Endüstrimizin son kalelerinin yıkılmasına karşı çıktılar. Milletvekilleriyle görüşmek istediler. Meclistekilerin gözü üretimde değil, rüşvette. Sen işsiz, sokakta, aç, çocukların geleceksiz kalacakmış onlara ne!!! Önemli olan onların iyi olması, onların tuzunun kuru olması, önemli olan onların bir gözünün çıkarılması değil, komşunun 2 gözünün birden çıkarılmasıdır. Ve bu fesatlık, ulusal siyaset olunca, toplu çöküş ve birlikte sürünme anlamına gelir ki, Avrupa’nın en yoksul ülkesi ve halkı durumuna böyle geldik. Bu yoksulluğun en dibinde didinenler azınlıklarımızdan ailelerdir.
İleri giden, arkasına bakan.
Yeni Bulgar tarihinin temel atıcılarından biri, Vasil Levski’den sonra komitacıların başı ve 1887-1994 yılları arasında başbakan olan Stefan Stanbolov “Hey Hayat, Hatırla Beni” adlı eserinde, Bulgaristan’ın gelişmesini “yengeç yürüyüşüne” benzettir: “İleri gider, arkasına bakar.”
Sofya’ya toplanan Montana, Belitsa ve Tryavna şehirlerinde kapatılmak isteyen sanayi tesisleri işçileri önünde konuşan “21. Yüzyıl Bulgaristan” partisi lideri Tatyana Donçeva şöyle konuştu: “Sizin durumunuz 1943’te Rusların Volga ırmağı kıyısında sıkıştırılmış durumundan farksızdır. Yolunuz yalnız ileridir. Geri atacak adımınız kalmamıştır. Siz bu protesto gösterinizle meclisten cevap alacağınızı düşünüyorsanız ve yanılıyorsunuz. Sizin karşınızdakiler, üzerinizden yürüyüp geçmeye hazır, gözü dönmüş kişilerdir. Size cevap vermek istemiyorlar. Düşündükleri şudur: “Ben aptalım, ama siz de aptalsınız!” (Başbakan Borisov’un sözlerinden alıntıdır.) Parlamento sandalyelerine oturanlar sizin aptal olduğunuza gerçekten inanıyorlar, fakat kendilerinin aptal olduklarına inanmıyorlar.”
Bu işletmelerde çalışan işçiler “EMKO” şirketler grubuna bağlıdır. Askeri mühimmat ve füze silahları üretiyorlar. 2 yıl önce bu işletmelerin kapanması gerekiyordu. Şirkette üretim lisansı yoktu. Fakat Yakın Doğu ateşinin alevlenmesiyle birden bire sürüm pazarı açıldı. Fakat yılbaşından beri üretilen füzeler Burgaz (hava / deniz) limanında bekliyor. Lisans sahibi de üretilen partiyi satamazsanız lisansı geri alırım baskısı yapıyor ki, bu da askersel-sanayi-kompleksi omurga kemiğinin kırılması anlamına geliyor. Bu nedenle, ne şirket, ne Savunma Bakanlığı, ne de parlamento sorunu çözebilecek durumda değildir. Anlaşılan bu konuda bundan sonra “yengeç gibi yürüyebilme” yolu artık kesilecektir.
Stanbolov kitabında Bulgar karakterindeki hasetliği analiz ederken şu kavramları kullanmıştır: “Diğerlerin daha iyi olmasını hazmedememek özellikle köle ruhlu halklarda, düşmanlık, kıskançlık, palavracılık ve dolandırıcılık gibi birçok kötü niteliklerle birlikte iç içe gelişir.”
Bulgaristan’da hasetliğin toplumu karıştırmasının temel nedenlerinden biri, ülkede asilzadeliğin ve kibarlığın tamamen ortadan kalkmış olmasıdır. İktidarda bulunanlar içi boş, kafaları boş, soysuz insanlardır. Bulgar halkı “eşit haklı”, hakları ve yükümlülükleri “aynı olan” bir siyah kitle haline getirilmiştir. Bazılarının son 27 yılda viski kullanması, puro ya da lüle içmesi, pahalı berber dükkânlarında tıraş olması ya da saç kestirmesi, İngiliz kumaşından takım elbise giymesi vs gerçek durumu değiştirmemiştir. Burgaz Belediye Meclisi üyesi Sosyalist Partiden Benço Bençev’in şu an Avrupa’da en pahalı Rols-Royce’un yeni otomobili Sweptail’le şehirde gövde gösterisi yapması, onun ya da partisinin nüfusunu ne yükseltiyor ne de düşürüyor, yalnızca sapık kıskançlık doğuruyor. Çünkü bu liman şehrimizdeki kavga Rols-Royce için değil, çöp konteynerleri fazlaca olan sokaklardan birkaçını süpürmek için konsinye alma kavgasıdır.
Kişisel otoritenin sıfırlanmasında çok önemli rol oynayan bir unsur da, Bulgaristan vatandaşlarından bazılarının kendilerinin diğerleriyle aynı durumda ve derecede olduklarını kabul etmemelerinde gizlidir. Örneklemek gerekirse, 2 defa Kültür Bakanı olan, halen Meclis Kültür Komisyonu Başkanı görevinde bulunan ve bu hafta yine Moskova’ya uçan Vecdi Raşidov’un bütün hareketlerinde kendini kıskandırmak, siz benim yanımda neysiniz, ben sizi fersah fersah arkamda bıraktım, artık dönüp arkama bakmıyorum havası esiyor. Oysa gerçekler yürek acısıdır. 1985’te Bulgaristan Türklerinden herkesin ismi değiştirilirken V. Raşidov, Türklük sürümüzden ayrılmaya çalışmıştır. Bulgaristan Yüksek Mahkemesine mektup yazan ve “aman benim adımı değiştirmeyin, bu devlete çok hizmetim oldu, daha da olur” gizli rüyalarını gören kişidir. Ona hizmet etmek isteyenler, Bulgaristan Bilimler Akademisi Bulgar Dili Fakültesi aracılığıyla Veliko Tırnova’daki Askeri Arşivden “Vejdü” adının Bulgarlar arasında da rastlanan bir isim olduğunu kanıtlayan mektup istemiştir. Arşiv Müdürlüğünden böyle bir mektup gelmiş olsa bile, BKP, “DC” ve bu işleri yürüten diğer yetkililer Kırcaali’li Raşidin kızanı Vacdi’ye “hey sen ne yapıyorsun, sıraya gir” deyince, tiyatro sahnesi yapmış ve “bilek damarlarını kesmişti.” 18 Eylül 2017’de TV programlarından birine evinde verdiği söyleşide, “Ben Boyko Borisov’la çocukluktan dostum. Bana üçüncü defa da bakanlık teklif etti ama ben istemedim, geri ittim” deyince, hemen Borisov’tan “Dilin kemiği yoktur, ne konuştuğuna dikkat et” ikazı geldi. Bazı insanlar var ki, bütün sıfırların önüne bir rakam konmazsa, her zaman değerleri kocaman ya da ufacık bir “0” (sıfır) olduğunu unutuveriyorlar. Eski Bakan Kırcaali “Ayşe Molla” çeşmesinin arkasındaki mahallede insanların hepsi tüyleri yolunmuş piliçse, onun da sırtında tek tüy yoktur ve ibiği de gagalanmıştır, çünkü o da o mahalledendir.” Bu sözleri, Bulgaristan’da kendilerinin kıskanıldığını sanan kişiler için yazıyorum. Lütfi Mestan da onlardan biri. İnsan, dosyasının birinci sayfasında ne yazarsa ömür boyu odur. O dosyaları dolduranlar, köylülerin 3 kuşaktan sonra kentli olduğunu ve 7 nesil sonra soylu olduğunu iyi biliyorlar…
Kuşkusuz anadan doğma, soydan gelen asilzadeler de var. Bulgaristan Türkeri’nin de çok şahıslarımız vardı bu niteliklerle ve kovula kovula çok seyreldiler. Bizi biçilmiş yonca ve susuz kalmış kurak yoncası durumunda görmek isteyenler, asilzadeliğimize saldırdılar saldırıyorlar. Bizim nüfuslu kardeşlerimize, büyük gölgelere ihtiyacımız var. Aramızdan yetişmiş bütün davaları kazanan avukatlar görmek, tanımak, ellerini öpmek istiyorum. İyi doktorlara ihtiyacımız var. İşleri yeni raylara yükleme zamanı yaklaşıyor.
1944-1989 döneminde hiçbir vatandaşın 120 metre kareden büyük daire sahibi olmaya ya da bir arabadan fazla otomobil sahibi olmaya, hatta Yıl Başı törenleri için manavdan 1 kilo muz ve 1 kili portakaldan fazla satın almaya hakkı olmadığı bir sosyal ortamda “imkânsızlıkta eşitlik vardı”, fakat hiç bir kimsenin asilzadeliği koklamaya – hayal etmeye – bile zerre kadar olanak yoktu. Para ile asilzadelik arasında da bir belirleyici bağlantı yoktur. Ben ömrümde domates, soğan – Cumhurbaşkanı Dr Jelü Jelev 11 yıl soğan kazmıştı – kazan baron, Çiftlik sahibi, Çar, Kral vb görmedim.
Şu da var. Yine aynı örneğe dönersek, Vejdi Raşidov’un 2 kez Kültür Bakanı olmasına neden, şudur:
O, 1986’nın 8 Ağustos Akşamı Sofya “Vitoşa Bulvarında” bulunan Vatan Cephesi Milli Şurası toplantı salonunda “Ben Bulgaristan Türklerinin İsimlerini Değiştiren Bulgaristan Komünist Partisi ve Bulgar devleti siyasetini Destekliyorum” Bildirisini imzalamıştır.
Olay bu kadar basittir. Bu imzayı atanlar bütün dünyanın “bu ne aptallık, Bulgarlar çıldırmış mı ne” düzeyine inmiş ve aptallaştırılanların başına geçirilmiş olanlardır. Bunu başka türlü anlamak yanlış olur.
Zor durum:
Bizdeki yeni tipler, para içinde yüzüp, kumar masasında sabahlamak hevesine sevdalılar. Kaybedince, parasız kalınca da diğerlerin huzurlu ve sakin yaşamasını çekemeyip fidye için insan kaçırıyorlar. Toplumda kaosu yaratan işte bu anormal kıskançlıktır. Bu ile iktidarın da bulaşmoış olması, toplumdaki çelişkileri kızıştırıyor, her gün yeni bir kurban alıyor. Toplumsal ufku karartıyor. Korkudan titreyen, içi çürümüş kan kusan bir toplumda yaşamak çok zor. Potolojik (anormal) kıskançlığın mehlemi nedir bilmiyorum…
Biraz tarihe bakalım.
Bizim Türk kimliği ile gelişmemiz 1878’de başlamışsa, şunu kabul etmek zorundayız. 1879’da Tırnova’da Birinci Bulgar Anayasası hazırlanıp onaylanmıştır. Bu Anayasa’nın ruhunda, daha sonra ilk Prens Aleksandır Batenberge en yakın danışman ve daha sonra 3 defa Başbakan olan Konstantin Stoilov gibi şahısların fikirleri vardır. Bu şahıslar 1861’den sonra, yani Osmanlı zamanında, fakat İstanbul’daki Robert Koleji’nde, Odesa, Krakov ve Kiev okullarında biçimlendi. Onlara aşılanan düşünce felsefesinde, Bulgarlar suveren yani egemen olacaktı. Müslümanlar ve tüm diğer azınlıklar iktidar işlerinde hakları olmayan insanlar topluluğu olacaktı. O zamandan beri 3 Bulgar Anayasa’sı (1948, 1971 ve 1991) kabul edildi, fakat egemen güç ve köle durumunda olanlar denklemi değişmedi. Rusya’daki toprak kölelerinden veya Birleşik Amerika’daki zenci kölelerden, ya da Hollanda’nın Afrika’daki kölelerinden faklı olan bir tek noktamız vardı, zorla ya da “gönüllü” olarak Türkiye’ye göç edebilirdik. Son açıklamalara göre, 2017’de Avrupa’da 10 milyon “köle” yaşıyor. Eminin bunların 2 milyonu Bulgaristan azınlıklarıdır. Okumaları kıskanılan, yemekleri hasetlik uyandıran, çalışkanlığı çekememezlik uyandıran, şarkıları, türküleri, başarıları kan kusturan vb anormallikler içinde yaşamak zorundayız.
Diğerleri de kötü yaşıyorsa, bizim yoksulluğumuz o kadar kötü değil.
Bulgar halkının maneviyatını en derin araştıran İvan Haciyski’dir. O, “Her kurbağa göldeki yerini bulur!” atasözü Bulgarların olsa da, halkın ruhuna işlememiştir. Esnaflığın Bulgar toplumunda katmanlar oluşturmamış olması bunun en esaslı kanıtıdır, diyor ve Bulgarların ruh halini belirleyenin uyanış, diriliş ve Tırnova Anayasası dönemleri olduğunu vurguluyor. Onun yazdığına göre bu koşullarda her Bulgar okuyabilir, gelişebilir, zengin olabilir, iktidara katılabilir, şan şöhret sahibi olabilir. Ne ki sözde bu meşru yarışta çok az kişi başarılı olabildikleri için kıskançlık, hasetlik, düşmanlık ve karşındakine kan kusturma hırsı beliriyor. Bu başarısızlık maddi ve manevi alanda muvaffak olamayanlar için kıskançlık ve öfke kaynağı oluyor.
Şöyle sosyalizm yıllarına bir dönelim: “Herkesten imkanlarına göre, herkese ihtiyaçlarına göre” sloganı altında yaşadığımız yıllar vardı. Ne oldu, imkan ve ihtiyaçların sınırsız, tavansız bir hendek gibi olduğu ortaya çıktı. İnsanın ihtiyaçları ne kadar iyi karşılanırsa, o kadar artıyorlar. Bulgaristan’da bu yasallık 2 defa denendi. Bir defa sosyalizmde bir de 1990’dan sonra, aç gözlülük ve kıskançlık toplumu ahlaksız bıraktı herkes hırsız olmayı seçti. Yasaların dışında bir hayat gelişti. Hasetlik damgalı hayat tarzı. Bunu 27 yıldan beri yaşadık. Bizi çekemeyenler memleketimizden kovdular, üretim araçlarımıza el attılar, aydınlığımızı çaldılar, insan gibi yaşamamızı kıskandılar, fesatlık ve kıskançlık toplumu paramparça parça etti. Avrupa’da en yoksulları, iki yakası bir araya gelmeyenler biz olduk. Bu bakıma kıskançlık ve hasetlik bizi geri çevirdi, yengeç gibi hep arkamıza bakıyoruz ve komünizmin en kötüsü arkasında kalan mirasıdır. Şimdi bu kokuyu soluyoruz. Bu tip düşünce için belirleyici olan ise, “Ne kadar kötü olursa olsun, başkaları da kötü yaşadığına göre, o kadar kötü değil” mantıdır.
Biz buna anormal kıskançlık diyelim.
Okuduğunuz için teşekkür ederim.
Devam edecek…