Musa VATANSEVER
Şu Yahudiler var ya, Avrupa işlerini devamlı karıştırıyorlar. Geçen hafta kapılarının kırılması ve ölüm ateşinden kurtulanların hürriyete kavuşma yıl dönümü anılan Polonya’nın Krakov şehri yakınındaki Osvientsim “Auşvits Birkenau” gaz kamaralı toplama kampı anma töreninde büyük bir karışıklık yaşandı. Bir defa, 1945 yılından beri bu ölüm ocağının Sovyet Ordusu tarafından söndürüldüğü biliniyordu. Öylece de anılıyordu. Şimdi birden bire, kurtarıcının I. Ukrayna Ordusu olduğu anlaşıldı. Törenlere Vladimir Putin davet edilmedi. Bu olayın anlamı hem Yahudi tarihinin, hem İkinci Dünya Savaşı’nda Sovyet ordusu’nun halkların kurtarıcısı rolünün yeniden yazılması ve ders kitaplarına işlenmesi anlamına gelir.
Bu olay bizde de yankılandı. Çünkü 1944’ün Eylül ayının ilk günlerinde Tuna’yı geçip Bulgaristan’a giren ordu III. Ukrayna Ordusudur. Ülkemizden Hitler askerlerini, komutanlığını ve onların yardımcı ve yardakçılarını kovan da bu orduydu. Öyleyse Sofya’nın merkezinde eski adı HÜRRİYET PARKI yeni adı ÇAR BORİS PARKI olan büyük parkın başında ve Türkiye Cumhuriyeti Resmi Konuk Evi Karşısındaki SOVYET ASKERİ ANIDI yanlış dikildi demektir. Bizi faşizmden kurtaran ordu III. Ukrayna Ordusu ise, bu anıtın adı KURTARICI UKRAYNA ERİ ANIDI olarak değiştirilmelidir. Dolayısıyla bu olay tarih ders kitaplarına ve 1944’ten sonra Sovyet Ordusunu göklere çıkaran, Sovyet erini kahramanlar kahramanı yapan kitapların, araştırma ve edebiyat eserlerinin hepsinde tashih yapmamız gerekmez mi?
Bulgaristan Türkleri Usulü Eğlence
Biz ayağımızı yola uydurmayı biliriz. Bu işte bu defa gırnatacı dostlarımız bizden tez davrandı. Onlardan biri olan Ahmet Doğan Türk partisine başkan olunca Türk müziğinden nihavent makamına el atıp ÇALGA müziği yarattılar. Bu işte Bulgarların unu ve tuzu olmadığından “çalga” falan istemeyiz dediler ama çok sevdiklerinden buluşa bayıldılar. Zaten bilirsiniz bizim orada önemli olan olmak değil görünmektir. Fakat yürekten sevip dinlerken bayılsalar da görünümde istemiyoruz, olmaz yaygarası koparmaktan vazgeçmediler. Hele şu “Taşlar Düşüyor” şarkısının içtirdiği rakı var ya…
Kanında gırnata sesi kaynayan Ahmet Doğan ve arkadaşlarını viraj yapmaya zorlayan Bulgar medyasının gevezeliği oldu. Onlar da ezilmekten ise biz Avrupalıyız havasına girdiler. Ahmet, İvo Papaz (İbram Abaz) ve Kutsi gibi gırnatayı ağlatanların bile saraya girmesine yasak koydu. Teni buğday rengi olanların hepsini elinin tersiyle tersledi. Sofraların bülbülü “Beyaz Kuğular” orkestrası bile artık sahneye çıkmıyor. Onlar güzelin güzeli çalsalar, hatta Gerşiyun’le başlayıp, Goran’la bitirseler arkadan gelen yorumlar hep “Çingene işi” oldu. Bunlarda biraz “Çingene mayası ve kokusu var” gibi değerlendirmeler ağır gelmeye başladı.
Ahmet “pastayı dağıtan” olduğunda, Çingene vatandaşların haklarını şimdilik biraz kırpıp, onlara yalnız bir tek HÖH-DPS partisine oy vermeyi sonsuz bir hürriyet olarak tanımış bulunuyor. Bu durumda şimdi dünyaya yeni baştan ayak uyduruyoruz. “Şanson” çaldırıp, “şanson” dinliyoruz. Sofya Radyosu Türkçe yayınları da yalnız “şanson” söylüyor. Halkın yeni kültüre alıştırıyoruz.
Orkestra şefi, çalgıcı ve oyuncu Çetin ve Metin Kazak ikizler. İkisi de Fransa’da okumuş, ikisi de milletvekilliği yapmış, hata birisi Avrupa Birliği parlamentosunda bulunmuş, ikisi de Bulgar hukukçusu, 12 senede hiçbir kanunda tek değişiklik teklifinde bulunmamışlar. Fransa da öyleymiş, insan hakları yasaları 1889 sonlarından beri pek değişmemiş. İnsana iki hak birden tanınmış: Var olma ve Yok olma! Zor zamanda birisini seçebilirsin.
Şimdi kadar hiçbir kanunda tek virgül değiştirmeseler de, gitar tellerinde vurmakta üstlerine yok. Böylece “Yeni Bulgar Etnik Modeli” önce müzik alanında doğuyor. Fransız şanson kültürüne ayak uyduruyoruz. Bu işte eksik olan bir şeycikler varmış. Müziğin etkisi hiç denenmemiş. Eskiden kaval sesini kuzu ve koyunlar da dinlerdi. Gerektiğinde kaval sesinde uyuyan da olurdu. Sevdalanan bile olurdu. Davul gümbürtüsünden fareler kaçardı. Bu “şanson” ne işe yarar orasını anlayamadık. Fransız Büyük Elçiliği’nden sorduk, “sinire iyi gelir, son zamanda en çok tımarhanelerde çalınıyor” cevabını aldık.
Bu konularda halkın görüşünü soran yok tabii.
Herkesin bir hayali vardır.
Ben de Alpay’ın Fabrika Kızı şarkısını hatırladım,
Mırıldandıkça insanımızın hayaline çok yanın olduğunu düşündüm.
“Fabrikada tütün sarar, sanki kendi içer gibi
Sararken de hayal kurar, bütün insanlar gibi
Bir evi olsun ister, bir de içmeyen kocası
Tanrı ne verirse geçinir gider,
Yeter ki mutlu olsun yuvası.”
Kuşkusuz hayatta şöyle durumlar da var:
Yan Gelip Yatarsın.
Sürekli parklarda yatan dilenci ile genç bir politikacı arasında geçen konuşmayı bilirsiniz.
Dilenci yerde sırt üstü uzanmış bir halde: “Bana birkaç kuruş para verir misin?” der. Yanından geçmekte olan iyi giyimli ve meşgul görünümlü politikacı ona bir ders vermek ister. Dilenciye “Her yerin sağlam, çalışıp kendi paranı kendin kazansana” der. Diyaloğun devamı şöyledir:
- Para kazanacağım da ne olacak!
- İhtiyaçlarını giderirsin, kendine ev, araba alırsın.
- Ev, araba alacağım da ne olacak!
- Ne bileyim, daha çok paralar kazanıp müthiş bir servet de yapabilirsin.
- Servetim olacak da ne olacak!
- Yan gelip yatarsın.
Genç politikacının bu sözünü duyan dilenci cevap verir.
- Ben zaten şu anda akşama kadar yan gelip yatıyorum!”
Evet, aramızdan çıkıp, sürünmeden kurtulup viski çekip bütün gün yatanlar da var.
Ben evimin bir köşesine Mevlana’nın şu sözlerini tabloya işletip astım.
Gelip geçtikçe okuyorum:
“Şefkat ve merhamette güneş gibi ol
Başkalarının kusurunu örtmekte gece gibi ol
Yardım ve cömertlikte akarsu gibi ol
Alçak gönüllülük ve olgunlukta toprak gibi ol
Olduğun gibi görün, göründüğün gibi ol.”