Bizim davamız Türkçülük davasıdır.
Osmanlının çöküşü altında kalmak istemeyen aydınlarımızın geliştirdiği davanın adıdır Türkçülük. Ve bugün de en kutsal olanımızdır. Geçen asır bizi ayakta tutan ve yaşatandır.
Bulgaristanlı Türklerin olağanüstü ağır durumda bulunduğunu bilmeyen yok. Bu ağır durumun temel nedenlerinden biri ülkenin 27 yıldan beri giderek derinleşen bir çöküş süreci yaşamasıyla birlikte, çok parçalanmış olmamızdır. Yaşadığımız bölgelere iç olanakları açan yatırımlar gelmediği gibi 1989 “Büyük Göç” yarasından sonra ekonomik darboğaza sıkıştırılan gençlerimizin bir yandan Türkiye’ye öte taraftan da Batı ülkelerine akışı aryalık yaramızı daha da acıttı. Bu yarayı bazen dayanılmaz duruma getiren aile bütünlüğümüze, yaşayışımıza, dilimize ve dinimize, özgün has kültürümüze indirilen darbeler, son zamanda duruma zor hakim olmamızdır. Hak ve Özgürlükler Hareketi’nin maneviyatımızı ısıtacak hiçbir şey yapmaması başka bir gam tabii. Yeni kurulan DOST partisi Başkanı Lütfi Mestan’ın halkla temasları esnasında, 18 yıl meclisteydim, eğitim komisyonu başkanlığı yaptım, anadilimiz, dinimiz, kültürümüz, okullarımız denince bütün kapılar kapanıyor gibi saçmalıklar konuşması, gamımızı katmerleştiriyor.
Bu dünyada çözümü olmayan sorun yoktur. Görüyorsunuz son yıllarda Türkiye diliyle, diniyle, sazları, türküleri ve şarkılarıyla, sanat ve medeniyetiyle ailelerimize girdi. Genç kızlar şarkıların en güzellerini TRT-Müzikten öğreniyorlar. Şiir, masal, efsane dinliyorlar, belgesel ve filmlerimizi izliyorlar, gönül hoşluğu bizi birbirimize yeniden yakınlaştırdı. Kendi ocağımızda kendi ateşimizle ısınıyoruz.
Bu dava tabii ki yalnızca bizim davamız değildir. Bu davada sözü gizleyen, sorunu görmezden gelen, susan değil, sorunu açık söyleyen her zaman mert olmuş, halk tarafından sevilmiştir. 1950’lerden başlayarak Bulgaristan Türk Edebiyatını yaratan şair ve yazarlarımız yazılan ağızdan çıkan sözün dert olacağını bildikleri halde, durmadan yazdılar, anlattılar, yarattılar ve halkımızı kanatlandırdılar. Balkan azınlıkları arasında bizden başka öz edebiyatı olan başka bir azınlık olmadığını belirtirken gurur duyuyorum. İrfan halkı aydınlatma davasına gönül vermiştir.
Kaynağını derin halk kültüründen alan Bulgaristan Türk şairleri şiirlerinde aruzun yanı sıra, heceyi ve serbest nazım tarzını kullanmışlardır. Eserlerde Rumeli şivelerine rastlansa da kullanılan esas itibarıyla İstanbul dili olmuştur.
Bazılarının doğum yerlerini, doğum tarihlerini, ana eserlerini ve esin kaynağı olan çalışmalarını birlikte anımsayalım:
Çağdaş Bulgaristan Türk şiirinin önemli simaları arasında yer alan ilk isim sevilen şair Mehmet Müzekka Con (1885 -1974) ‘dur. Con, Bulgaristan Türk Edebiyatının İkinci Dünya Savaşı öncesi dönemiyle sonraki dönemini birbirine bağlayan sanatçılardandır.
1890’lı yıllarda Vidin’de doğan Mustafa Şerif Alyanak ve 1986’da Nevrekop/Satovça’da doğan Mehmet Behçet Perim (ölüm yılı 1965) 1930’lu yıllarda Türkiye’ye gelen şairlerimiz arasındadır.
Mehmet Fikri (1908 -1941), bugün Omurtag olarak bilinen Osmanpazar’ından idi. Hayat boyunca din, adalet, ahlak ve fazilet için savaştı.
1890 yıllarında Kırcaali’de doğan İzzet Dinç (ö.1965) de şiirlerinde benzer temalar işledi.
Deliorman Şairlerinden Ahmet Şerifov 1926 yılında Razgrat’da dünyaya geldi. İa,r,n ilk şiir kitabı olan “Mücde” 1960 yılında yayınlandı.
Mefküre Mollova “927 yılında Dobriç (Hacıoğlupazarcık) ‘te doğdu. Akademisyen şairlerden olan Mollova’nın şiirleri 1964 yılında yayınlandı.
Şumnulu şairlerden Mülazım Çavuşev (1927 – 1995) sade Türkçeyle yazdı, şiirlerinde Vatan sevgisini ve tabiat konularını işledi.
1927 yılında (Eskicima) Tırgovişte şehrinde doğan Niyazi Hüseyinov (Bahtiyar) ilk şiir kitabını 1964 yılında köy yankıları adıyla yayınladı. 1989’da Türkiye’ye gelen şairlerimizdendir. Orada 3 cilt halinde olmak üzere Balkanlar’da Türk Ünlüleri ansiklopedisini yayınladı.
Lütfi Demir, 1929 – 1990 Razgrat yöresi şairlerindendir. İşte onun güzel şiirlerinden bir dörtlük:
Benim Yârim.
Benim yârim incelerden incedir.
İpek fistan giymiş görsen nicedir.
Saçı sümbül, başı dağdan yücedir.
Ferace altından çıkalı beri daha da güzeldir.
Sabahattin Bayram 1931’de Dobriç’te doğan şairlerimizdendir.
1990’dan sonra sanat hayatını Bursa’da sürdürmüştür. Bulgaristan Türkleri Edebiyatı derlemesini hazırlamıştır. “Soya Dönüş” serüvenine en sert tepki veren şairimizdir.
1962’de “Adresim Şudur” şiir derlemesini, 1966’da “Sokakların çağrışımlar içinde” eserini yayınlamış ve sosyalist düzenin insan haklarına ve azınlık zulmüne ilk başkaldıranlardan biri olmuştur.
1934 doğumlu Nevzat Mehmedov da bir başka Dobriçli şairdir. “Ayı Dayı” 1959, “Üç Beygir” 1967 adını verdiği kitaplarında yer alan çocuk şiirlerinde sevdiği hayvanlar dünyasını ve denizi konu alarak işlemiştir.
Çağdaş Bulgaristan Türklerinin ileri gelen şairlerinden biri de 1934 Koşukavak / Kırcaali doğumlu Ömer Osman Erendorum’tur. Üçüncü Mezar (1989), “Ölmeden Ölmek (1991) ve Sabır Duası (1991) Sevilken şiir derlemeleridir. Toplam 16 eseri olan yaratıcı totaliter komünist baskıya karşı kalemiyle verdiği çetin mücadelede asla yenik düşmedi, hapishane ve sürgün yıllarında da yaratmaya devam etti genç kuşağa ilham vermeye devam etti.
1934 yılında Filibe yakınlarında dünyaya gelen Recep Küpçü, ömrü boyu Bulgaristan Türkleri’nin haklı mücadelesini savunmuş, kendisine yapılan seri saldırıların birinden sonra bir gece bir Yama’da ölü bulunmuştur. Yayınlanan eserleri arasında Ötesi Var (1962) ve Ötesi Düş Değil (1967) çok sevilen 2 şiir kitabıdır. Küpçü’nün kaleminden dökülen Vatan hakkı, Vatan sevgisi genç kuşaklara bugün esin olmaya devam ediyor.
Balkan Türklerinin iyi tanıdığı şairlerimizden biri de, deniz şairi olarak bilinen 1935 Eskicuma doğumlu Mehmet Çavuştur. Yılların Serenadı (1964)i Bulgaristan’dan Sesler (1985) iki şiir kitabı ile 20. Yüzyıl Bulgaristan Türkleri Şiiri (1988) gibi üç eser yayınlamıştır. O da öğretmen yaratıcılarımızdan olup eserlerinde anadil sevgisi, anadilde yaratıcılık, anadille yaşamak gibi konulara ağırlık vermiştir.
Ali Bayram, 1935 doğumlu Silistreli öğretmen şairlerimizden olup çalışmalarını Türk dilini sevdirmeye adamıştır.
Silistreli şairlerimizden bir başkası Latif Aliev de vatan hasreti çekmiş şairlerimizdendir. Bir Bahçeden Bir Bahçeye (1961) adını verdiği şiir kitabında halk şiiri tarzında söyleşileri vardır.
Mustafa Mutkov, 1935 yılında Lofça’da doğdu. Yayınladığı şiir kitabının ismi Sabah Yolcusu’dur (1965). Onun şiir dünyasına açtığı pencereden şu dörtlük el atıyor:
Yine köşe başlarında beklesem onu
Bir yağmur geçse üzerimizden ince ince
Şakaklarımızdan usulca yuvarlansa damlalar
Tekrar elini tutsam onun
Yolumuza halı döşese bahar…
1936’da Eğiridere’de dünyaya gelen Faik İsmailov (Arda) şiirlerinde daha çok Rodop Türkleri’nin elem ve kaderini, var olma mücadelesini işledi. Her satırı Bulgaristanlı Türkler için yaşama umudu ve yaşam sevinci oldu. Şiir kitabı Ağarırken Tan 1965’te yayınlandı.
1936 Razgrat doğumlu Mustafa Çetev de 1990’dan sonra birkaç yıl Bulgaristan Türklerinin en önemli yayın organlarından Hak ve Özgürlük yazarları ekibinde yer aldı.
1950’li yılların Bulgaristan Türk edebiyatında önemli isimlerden bir başkası da Güney Doğu Rodoplar şairlerinden 1936 doğumlu Süleyman Yusuf Adalı’dır. Bir Uçtan Bir Uca Memleket (1965) şairin yayınlanmış tek şiir kitabıdır. 1989 göçünden sonra sıla hasreti temasını ustalıkla işlemiştir. Hasköylü şairlerden Durhan Hasanov (1937) büyük göçle anavatanı arayan şairlerimizdendir. “İnsan Kardeşlerim” adlı şiir kitabı büyük yankı uyandırmıştır.
Kırcaali yöresinin sevilen şairleri arasında Nazım Nuriev (1937), Osman Azizov (1937) Aliş Saidov (19938), Şahin Mustafov (1938), Sabri Alagöz (1938) başta gelir.
Razgrat’ın Şeremet köyünde doğan Şaban Mahmudov da Bulgaristan Türklerinin yetiştirdiği öğretmen şairlerdendir. Bu kuşağa 1940 doğumlu Rodoplu Naci Ferhad’ı da mutlaka eklemek gerekir.
Son zamanlarda çıkan yazılarda ve daha derin araştırma eserlerinde sayıları 100’den fazla olan ve ayrı birkaç ansiklopedi eseri dolduran Bulgaristan Türk Edebiyatı’nın şiir dalını temsil eden bu yaratıcıların 20. yüzyıl devamına Bulgaristan Türklerinin Yeni Edebiyatı adı verilmeye çalışılıyor. Naim Bakov, Mamak, Atasoy, Topçu, Ahmedova, Sertel vb seçkim kalemlerimiz yaratıcılığımızı yeni yüzyıla taşırken çok büyük hamleler gösteriyorlar.
Burada onların izlediği kırmızıçizgi Atalarımızın Balkanlara geldiği 14. yüzyıldan bu yana artık 600 yıldan fazla bir zamandır halkımızın ruhunu yansıtmasında, her zaman esin kaynağı olmasında ve geleceğe kanat açmasında düğümlenir ve çözülür. Bu noktada değinmek istediğim temel noktalardan biri Namık Kemalle başlayan Vatan fikrinin, şairlerimizle çok büyük bir ustalıkla işlenmiş olmasıdır. Bu çalışmaların kilit taşı ruhen Türk Yurdu etrafında toplanmış olmasıdır. Kılıcı ve kalkanı Türk dili olan bu kardeşlerimiz yarattıkları eserleriyle 150 yıldan beri yaratıcılık dolu akan Türkçülük ırmağına dolmuşlardır. Hele Bulgaristan gibi anadilimizin, Türk kimliğimizin, din ve kültürümüzün düşmanlığından beslenen bir ülkede azınlık edebiyatı yaratmak ve şan şöhret kazanmak, dünyaya açılmak olağanüstü büyük övgüye değer bir çalışmadır. Bu kavgada öz şairlerimizden her biri Türkçülün en faal isimlerinden biridir. Şairlerimiz ne kadar hoşgörülü yazsallar da satır aralarında bizim için milliyetçilikten başka çıkar yol olmadığını işlemişlerdir. Onların geçen yüzyılın 2. yarısında yazdığı her satır siyasi bir anlam taşımış, halkımızın Türklük kaynaklarını canlı tutmuştur. Milliyetçilik ve milli istiklal fikriyle yanıp tutuşan öğretmen şairlerimiz o dönem ülkemizde kurulan Turan, Gençlik Birliği, Altın Ordu ve diğer uyanış derneklerinin içinde ve yönetiminde yer almış, bu gün de “Kaynak” gibi dergilerde boy göstermektedir. Bir halkı yanıp tutuşturmak en derin uykulardan uyandırmak her zaman davulla değil, kalemle olmuştur.
Eğer bir asırdan daha uzun bir süre iki medeniyet arasında sıkışmış kalmışsak ve bizi kendi medeniyetimizden koparıp kendi medeniyet makinelerinden geçirmek isteyenler başarılı olamamışsa bu direnişlerde şairlerimiz, anadil meşalemiz öğretmenlerimiz her zaman ve her yerde halkın önünde durmuştur.
Türkçülüğümüz birilerin cebinden düşmüş ve yol boyunda bulunan bir mangır değildir. Türkçülüğümüz öncelikle bir anadil sevgimizden kaynaklanan bir kültür ve dil hareketi olarak doğmuştur. Halk yaratıcılığımıza sarılmış ve 650’den fazla şarkı, türkü, mani ve taşlamayla hayatımızı renklendirmiştir. Köklerimiz İbrahim Şinasi (1826 – 1871) ve Namık Kemal (1840 – 1888) gibi şair ve yazarlara dayanır. Bu kaynaktan bize bugün ilham veren Türkçecilik hareketimiz doğmuştur. Bizim bugünkü anadil hareketimizi kanatlandıran da budur. İnsanın neresi ağarırsa canı oradadır. Bizi anadilsiz bırakmak istiyorlar.
Sorun Şudur.
Dil kavgamızın bir de iktisat yanı var. Bizi anadilimizi öğrenmemizi engelleyen Bulgar devleti, aslında bizim diğer etniklerden, Avrupa Birliği’ndeki halk ve uluslardan ve dünyadan geri kalmamızı hedeflemiştir. Çünkü bizim iktisadi bunalımlardan çıkmamızın tek yolu ve AB ne Rusya ne de Almanya’dır. Çünkü bu topraklarda yalnız biz değil Bulgar kendisi de en iyi yıllarını ve yüzyıllarını Osmanlı döneminde geçirmiştir. Bizim Türkçe’mizi kısır öğrenmemiz ekonomik olarak Türkiye ile derinleşen işbirliğine geçmemize, daha verimli kaynaşmamıza engel olacaktır. Onların aklından geçen Türkiye’den gelen her şeye kendilerinin el atmasıdır. Bizi hayvanlaştırmalarının ekonomik kökündeki gerçek de budur.
Onların aklına göre, bir dilimizi geliştiremedikçe, köyden kopamadıkça, bilim ve teknikten uzak tutuldukça medeni dünya ile kucaklaşma ve daha refahlı bir ortamda yaşama yolumuz da kapanır. Yalnız Bulgarlar mı, biz de özgürlüğümüzün, özgün haklarımızın, anadilimizin bir ikinci dil olarak yasallaşmasını istiyoruz ve bu bizim en yasal ve doğal hakkımızdır. Edebiyatı, azınlık tarihi, özgün kültür ve yaşam biçimi olan bir azınlığın dilinin yasaklanması ve Türkçe konuşanın yasaklanması, insan hakları suçudur.
Türkçemizin yasaklanmasının ana nedenlerinden biri de anadilimizin bizi birleştirme özelliğidir. Bizim parçalanarak ufalmamızı ve kırıntı olup toplum çuvalından dökülmemizi istiyorlar. İnsanların tek tek uyanmasına göre milli bir vücudun uyanması çok daha kolay ve heybetli olur. Türkçemiz bizi daha yüksek bir kültüre taşıyacak olan basamaktır, asansördür. Bulgaristan sınırları içerisinde gelişen Türkçülük düşüncesi bizim kendi ırkımızın yücelmesi arzumuza dayanır. Biz başka ırkların yücelmesini de isterken, bizim yücelmemizden herkesin fayda göreceğine inanıyoruz.
Biz Bulgaristanlı Türk aydınları olarak, geçen ay Kırcaali’de yaptığımız son çalış tayda da bu sorunları kısmen de olsa dile getirdik. Anadilimizde konuşup yazma ve propaganda yapma sorunlarımızı uluslar arası arenaya ve forumlara taşımak için bildiri kabul ettik. Bu dava bizim öz davamızdır ve onu bizden başka hiçbir güç çözüme götüremez. Sofya’da yapılan medeniyetler buluşmasında da fırsat bulup “Kaynak” dergimizin bir kültür, edebiyat ve tarih, sanat kürsüsü olarak yeniden okurlarına ulaşması, hazırlanmış şiir ve düz yazı kitaplarımızın mutlaka basılması ve şimdiki ağır koşullarda Türkçe öğrenmek arzusuyla yanıp tutuşanlara elektronik dersler örgütlenmesi günden olmuştur. Bileri adımlamak zorundayız.
Davamız Türkçülük davasıdır.