Osman BÜLBÜL
Konu: Vatanımızı cennet etmek boyun borcumuzdur.
İtalya’nın eski başbakanlarından Silvio Berlusconi, yıllardır “Milan” futbol takımının da sahibiydi. Karşılaşmalarını izlemek ve gollerini alkışlamak için birçok kez bu eski sanayi şehrine gitmiştim. Öğrendim ki “Milan’ı” Çinlilere satmış. Taraftarlık bir tutkudur. İçim acıdı. Yaban ellerde takımın hali ne olur?
Alp Dağları eteklerinin bu incisine uğradığımda, her defasında “Duomo Meydanı”nda bir kahve içmiş, bir iki defa da “La Skalaya” da gönlümü ferahlandırmışımdır. Bir defasında, Yılbaşına karşı, Noel Bayramı öngünleriydi, Ludwig van Beethoven’in “Beşinci Senfonisini” dinleyebildim. Dünyaca ünlü besteci yaklaşık 200 yıl önce notaya aldığı bu eserine önce “Napoleon” ismini vermiş ve sonra Fransız Generali toplarıyla Viyana’yı bombalamaya başladığında eserine bu ismi vermekten vazgeçmiştir. Buna rağmen, hem kendi hem de eserinin numaralı adı dünya müzik tarihine en kalın harflerle yazılmıştır. Bu harekette dikkatimi çeken dehaların da sevdiklerinden vazgeçebilmesi, onlara ve halka ihanet edenlere yüz çevirmesidir. İleri yürüyen arkasını görebilmelidir.
Beethoven ve Napolyon görüşme ve temaslarına ilişkin, Viyana’da anlatılan birçok fıkra vardır. Bunların birinde, evinden çıkmış, anakentin merkez caddesinde saçları karman çorman dalgın yürüyen bestecinin arkasında, Başkomutan, Generaller ve kurmayı önde bin kişilik Fransız Ordu Bandosu belirir. Ansızın arkasına dönen Beethoven Napolyon’la burun buruna gelir ve
“Durdur şu gürültüyü? Kafamda senfoni besteliyorum!” der.
Napolyon sol elini kaldırır ve orkestra anında durur.
Dehanın hayatını ayrıntılı anlatmak istemiyorum. Babasının ayyaş bir müzisyen olduğuna değinirken, çocukluğunun çok ağır şartlar içinde geçtiğini, çok zor koşullar içinde de olsa dehalar yetişmesinin olanaklı olduğunu paylaşmak istiyorum. 30 yaşında işitme yetisini yitiren besteci, ölüm kapısını çalana kadar yaratmıştır.
Demek oluyor ki, binlerce kişinin taraftarı olduğu bir futbol takımı, Avrupa sanatının en gözde bestelerinin yaşadığı Milano’da satılabiliyor. Her şey para değil tabii, Beethoven’ın eşsiz değerli eserleri satılamaz. Milano halkının sanat sevgisi satılamaz.
Bugün Facebook’an Şairlerimizden Şahin Mustafa’nın TÜRKÜLER şiirini aldım.
Bu şiir, tüm Bulgaristan Türklerinin duygularının tercümanı, düşünsenize satılabilir mi, pazara çıkarılsa düşmanlarımız kutsal duygularımızı sona kadar yok etmek için hemen satın alır ve ilk ateşte yakarlar.
Türkülerde kavakların yaprağı,
Memleketin taşı, otu, toprağı.
Türkülerde kara günün acısı.
Türkülerde-kahramanlar, savaşımlar.
Türkülerde – hasret sonu sarmaşlar.
Onlarda var günümüzün güneşi,
Kalbimizin alevlenen ateşi!
Türkülerde Tuna’m, Kara Deniz’im.
Arzuların, sevgilerin temizi…
Türkülerde Meriç’imiz, Arda’mız,
Ekmek kokan Dobru’camız, Trakya’mız.
Türkülerde ayrılık ve kavuşma
Türkülerde destanı bir sevişme
Bizim Rodop tütününün kokusu
Türkülerde haklı gurur duygusu
Ve bir sözle türkülerde ülkemiz
Ufukları, aydın, geniş tertemiz
“Pek yokuştur bizim ilin yolları,
Boynumdadır nazlı yârin kolları”
“Çok yer gezdim, dünyaları dolaştım,
Gelip sonra memlekete sarmaştım.”
“Uzun kavak daim dalın kurusun,
Yaprakların suda muda çürüsün”
Beethowen’in senfonide halkın gönlünde estirdiği esinti gibi esen bir memleket rüzgârı var bu şiirde. Büyük Nazım’ın herkesin olanı, umum ve genel olanı, bireyde anlatabildiği kadar tatlı bir söyleşi. Biz, hep mukayeseli anlatırız. Karşılığı olmayan hiçbir şeyimiz ne büyük ne de küçüktür. Ot bile büyüktür karıncanın yanında. Kızlarımızı kocaya verirken çeyiz arabasına “tütün arabası gibi dolu” deriz, hatırlıyorum. Bizim sevgimiz de, şairin dediği gibi yakadan yakayadır, dolu ırmaklar gibidir. Ben annemin babama “seni seviyorum” dediğini işitmedim, “destansıdır bizde bu işler”, ne mutlu bizi biz edene. Tertemizdir ufkumuz gözlerimizde, kalbimiz ve sonsuz mutluluk gibi. Bilmem eksikliğimiz midir, yoksa fazlamız mı!
Yakın uzak geçmişimize hep olumlu yandan bakarız. Yaratılışımız öyle… Kötü girmez gözümüze. Şahin Mustafa kardeşimiz de öyle. Şiiri olumlu duygu dolu! Gerçek halk duyguları! Hayatımızın renklerinden bezenmiş bir demet. Okurken kötülüklerin sıyrıldığını düşündüm ruhumuzdan. Ruhun aynası yok. Olsa bakardım.
Sanatın, ozanların, şiirin en büyük özelliği misyon taşımasıdır. İnsanları aynı duyguda buluşturup birleştirmektir. 1950’lerden sonra Bulgaristan Türk edebiyatı insan sevgisiyle, umutla mayalanırken şairlerimiz misyonerlik görevini omuzlarında başarıyla taşımışlardı. O yılların alevli kalemleri okulları, köyleri dolaşıp kalplere ışık dağıtmışlardı. Özgürlük goncaları açmış ve Bulgaristan Türkleri Edebiyatı yaratılabilmişti.
Bugün yine subaşındayız. Yeni bir sayfa açıyoruz. Şuna kesinlikle inanıyorum. Şairlerimiz, ozanlarımız, saz ustalarımız İstanbul’dan, Bursa’dan, İzmir’den ve daha pek çok yerden ve Bulgaristan’daki kardeşlerimizle birlikte siyaseti sanatla anlatmaya çıksak sahnelere… Başka bir şeyle değil, Bizden biri olan Sabahattin Alin’in
Başın öne eğilmesin
Aldırma gönül aldırma
Dizeleriyle başlasak binlerin aya kalkışını göz önüne getirebiliyor musunuz!
İşte bu havanın yakınlaştığını, havanın 1989’da elektriklendiği gibi yeniden elektik yüklendiğini hissediyorum. Bu elektik bağımsız da olabilir, hiç önemli değil. Yakındır İş Allah!
Evet, siz de benim gibi, (burada Viyana’da serbest vaktim bol) değişik kitaplar okuma olanağım oldu. Fikirlerin çakışma nokrasında “Bir nesil iki defa ayaklanmaz!” var. Bir az daha derinleşince “Devrimler kendi kahramanlarını bitirir!” sözleri gözlerim önüne dikiliyor. Fakat biz bu olaya bir de ırmağın iki yakası gibi bakmak zorundayız, bize karşı “tuzaklar” kuruldukça, düşman nefreti kabardıkça, biz de yüreklenip dimdik dikilmeliyiz karşılarına. BGSAM grubu 5 yıldan beri yazıyor, basıyor, dağıtıyor. Karanlığın içinden bir ışık olarak belirebildi. Bugün ışık yarın çıra. Benim BULTÜRK ve BAL-GÖÇ ve diğer derneklerden bir ricam olacak, vazgeçsinler şu onurluk ve saat hediye etmekten. İnsanlarımıza, gençlerimize kalem ve tükenmez hediye etsinler. Plaketin ömrü verildiği an bitiyor. Saat da zaten hep şu anı gösteriyor, geleceğe ışık tutma özelli yok. Yazan adam bir birikim anlatır ve geleceğe yuvarlanabilir, yol açabilir, umut yaşatır.
Çok yer gezdim, dünyaları dolaştım,
Gelip sonra memlekete sarmaştım.
Bu satırlarla yaklaşan seçimlerde bir memleket turu düzenleyelim. Ekim 2016 başında halkımızla sanatçılarını, ozanlarını, sazcılarını şiir ve türkü sölenlerinde buluşturma vesilesi olsun. Belli oldu ki, politikacılarımız bu işi yapamayacak. Sanat politikadan her zaman büyüktü. Bugün de büyüktür. İpek ipliğinden mutluluk tablosu örme görevi yine yaratıcılarımıza kaldı. Bu fikrin destekleneceğine, BULTÜRK ve BGSAM’ın güçlü bir sanatımızla yaratıcılarımızla buluşma seferi düzenleyeceğine inanmak istiyorum.
Şimdi siz benden, aklından geçen buydu da, bu yazıya Berlusconi ve Beethoven’le neden başladınız diye sorabilirsiniz. Sebebi şudur. Kimsenin davamıza ihanet etme hakkı yoktur. Etrafımızdaki seslere kulak verin. “Ölse cenazesine gitmem!” “Geberse başımı döndürüp bakmak!” çığlıkları dinmiyor. Koskocaman Beethoven bile Fransız Devrimi’nden sonra Avrupa’yı baştanbaşa dönüştüreceğine inandığı, zaferlerini gururla takip ettiği ve Napolyon onuruna adadığı senfoninin adını değiştirmişse, bize ne kalmış. Bizim hiçbir kimseye manevi borcumuz yoktur. Vatan toprağında rahmete kavuşmaksa en kutsal hakkımızdır. Vatanımızı cennet etmekse boyun borcumuzdur.
Bayramınız kutlu olsun,
Her şeyin gönlünüzce olması dileklerimle.
Devam edecek.