OSMAN BULBUL Osman BÜLBÜL

Konu:   Geçmişi iyi bilmek lazım!

             Biz, olacağı düşünerek ona göre karar verip hareket etmek zorundayız.

İnsan yaşlanınca, hele şehirde kalmışsa,  zamanının daha büyük kısmını TV başında ya da parkta geçirmeye başlıyor. Ben hala Viyana’dayım. Yaz, bizim oralara kıyasla, Yukarı Tuna boyuna bir ay gecikmeli gelir. Ihlamurların açıp solmasıyla son bahar kokuları da rüzgârlara teslim oldu. Artık burada da yaz. Gölgelerin koyusunu arıyoruz.

İkinci Dünya Savaşı’nda ölümcül darbeler alan Orta Avrupa’nın çehre değiştirmesi yarım yüzyıl aldı. Burada değişiklikler içseldir. Memleketimde, kapı pencere boyasından, dış duvar sıvasından başlar. Sosyal değişiklikler, binaların boyundan ya da lokantaların lüks yıldızlarına yenisini eklemesinden önce, insanların yaşayışına işler. Sözlerim tren yollarının her köye uzanmasında, trenlerin ara ve son duraklara daha dakik erişmesinde, insana sunulan hizmetlerin zamanında, kusursuz ve aynı olmasında vs. ifade buldu. Sosyal güvence, sağlık ve eğitim kamunun sunduğu hizmetlerde olağanüstü yer alıyor. Bugün Orta Avrupa’ya akın edenler öncelikle şu sosyal sistem hizmetlerinden yararlanmak için buraya gelir. Sığınmacı sellerinin kuzeye akmasını da kendime böyle izah ediyorum.

Dolar sevgisi Vatan sevgisine yenik düşüyor.

Viyana TV Birinci Kanalında 1990’dan sonra Amerika’ya göçen Bulgarlarla ilgili bir yayın vardı. Chicago (Şikago) Bulgar motosikletliler grubunu anlattılar. 150 Bulgar aile, değişik şehirlerden, garsondan inşaat mühendisine kadar farklı mesleklerden kişilerdi. Şikago’da hayata adapte olmuşlar ve aralarında bir “Rockery Group” olarak ünlü bir motosikletçiler grubunda birleşmişler. Çocuklarına Bulgar Okulu açmışlar, aile içinde yalnız anadillerinde konuşuyorlar. Çocuklarıyla yalnız Bulgarca temas ediyorlar, Bulgar kahvehandee ve mağazalarında alış veriş edip toplanıyorlar ve aralarında sıkı bir yardımlaşma ortamı yaratıp yeni imkan kaynağı nimetlerinden birlikte yararlanıyorlar. 15–20 senedir oradalar. US vatandaşı olmuş olsalar da, bir gün Bulgaristan’a kendi köy ya da kasabalarına dönme heyecanıyla yanıp tutuşuyorlar. Besbelli US Dolarlarına sevgi, Vatan sevgisi karşısında yenik düşmüş.  “Biz burada çalıştığımız gibi Bulgaristan’da çalışsak, Bulgaristan Avrupa birincisi olur diyorlar. 50 Bulgar Okulu kurmuşlar. Birimiz hepimiz için, hepimiz de birimiz için varız!  diye yemin etmişler.

Bir gün bir AVM kahvesinde, 3–5 Bulgar gençle karşılaştım ve tanıştık. Nikolay Minçev, bizim Kazanlığın Gül Vadisi köylerinden. Viyana Üniversitesi’nde Siyaset Bilimi okumuş. İkinci görüşmemizde, Bulgaristan Başbakanı Boyko Borisov’un Politik Kişiliği üstüne yüksek yetki belgesi için tezi yazdığını paylaştı. Bir Bulgaristanlı Türk olarak olayları benim nasıl yorumladığıma önem verdiğini, her sözümün altın değerinde falan olduğunu söyleyince ben de ilgilendim. Tabii onun gözünde bu denli değerli görünmem gölümü biraz gıdıkladı ve teklifini kabul ettim.

Bulgar halkının son dönem siyasi lider arama aşamaları:

Nikolay, Bulgaristan 1990 sonrası tarihini ikiye bölüyor. 2000 senesi öncesi “demokrasiye” geçiş  Birinci Bölüm. 21. yüzyıllın 16 yıllık ilk aşamasına da İkinci Bölüm, diyor. Birinci bölümde yalnız komünistlerle antikomünistler arası mücadele üzerinde duruyor. Bu savaşımda yenen ve yenilen olmadı, totaliter düzen sökülemedi demekle yetiniyor ve “o ilk bölüm benim  konum dışıdır” ekini geciktirmeden söylüyor.

İkinci aşamaya, 2000 yılından giriyor ve dünyada bu bölümün adı “elektronik aşamadır” derken, bizde biraz gecikmeli yerleşse de, böyle kabul etmeliyiz. Onun kesin görüşüne göre, birinci aşamada Cumhurbaşkanı için partili lider aranırken, ikinci aşamada kişinin partili olma özelliği buharlaşmış ve ona göre aranan kişi bağımsız ama sosyal kitle tarafından tanınan ve sevilen biri olabilir. Örnek olarak, Macaristan lideri Orban’a işaret ediyor.

“Bu fikirler Viyana Üniversitesi’nde yerleşmiş öyle mi?” diye soruyorum ve o şöyle devam ediyor.

Yeni yüzyıla girerken Bulgar halkı da birden değişti. 1990 ile 2000 yılları arasında her gün biraz daha derinleşen bunalımlardan sanki kendi başına çıkamayacağını, kurtarıcı rolü ne Bulgaristan Sosyalist Partisi (BSP) ne de Demokratik Güçler Birliği (CDC) gibi iki ana partinin üslenip mutlu sona taşıyamadığını görünce, hemen değişti. Bir hayal kırıklığı yaşanırken, elektronik çağ başladı. Bilgisayarlar hayatımıza girerken. İnternet belirdi. Dünya değişti.  Tanrı sanki herkese bedava nimet bahşediyordu. Birini veren ötekini de verir inancı yayıldı. Böyle bir beklenti ortamında Bulgaristan halkı Simiyon Saks Koburgotski kişiliğiyle kaynaştı. O beklenen adamdı. Millet yalanlarla büyülendikçe coştu. Yeni simayı kucakladı. Hiç düşünmeden bağışlayanı seçti. Beklenen mutlu gün 854 gün sonra doğacaktı. O dönemde II. Simiyon ata mirasına kondu, ormanları kesti ve dışarı sattı. Bağışlayıcı adam, talancı çıktı.

Siz, şu okuduğun üniversitede, 21. yüzyılı mucizeler bağışlayan yüzyıl olarak mı ele alıyorsunuz?” Diye sormadan edemedim.

“Evet öyle de, o dönem şimdi Bulgaristan’da da aşıldı. Biliyorsun II. Simyon’un partisi bile dağıldı. Şimdi o da bir şeyler geçiriyor aklından ama mevsim geçince bizim Güller Vadisi’nde de ne sürülür ne kazılır ne de ekilir…

Boyko ondan farklı mı?” diye soruyorum ve ikimiz birbirimizi hem tanıyor, hem burada çok sevilen, bizim de her defasında “Guut!” dediğimiz, o meşhur sütlü “Moca Caffe” den ufak ufak yumulmuyor ve önümüzdeki kekse uzanıyoruz. Çok dolu. Çok heyecanlı. Birikimi hemen masa üzerine akıveriyor.

Boyko, halkın tanımakta zorluk çekmediği bir figür. Onu üç aşamada görüyorum. Tezimin bu bölümünü hemen hemen yazdım. Diyor.

Birinci Bölümde o bir “kurtarıcı” rolü üslendi. Polis şefliğinde kimin ne yaptığını biliyor ama müdahale etmiyordu. Sonra birden bire gerekçe ve delil de uydurarak hareketlendi. Birçok vurucu-kırıcı çeteyi çökertti. Kendilerini devletten güçlü tanıtanları topladı. İnsan kaçırıp kulak memesini kesen, karısına gönderip milyon isteyenleri ya memleketten kovaladı ya da yakaladı. Kendini halka böyle sevdirdi. Bu işin içinde karizmatik yani büyükleyici bir yan vardı. Bu heybetli adam, başkalarının yapamadığını yapıyor ve halka huzur sunuyordu.

Bu birinci aşaması Borisov’un öyle mi? İkincisinde ne oldu?

Cevabı hazırdı: İkinci aşamada Borisov, Başbakan olarak yalnız açılış şeridi kesti. Bir yerde bir tuvalet açılsa gidip şeridini kesen, Papazın hayır duası alan hep o oldu. Bu dönemde, kutsal bir parti olarak tanıtılan GERP partinin de başına GÜÇLÜ ADAM olarak oturdu. Bu dönemin en büyük özelliği karizmatik adamdan Bulgaristan kuracak şahıs yaratmaktı. Açılan yolların sürekli çökmesi, viraj açıları yanlış hesaplanmış dağ yollarındaki seri trafik kazaları, tuvalet kuyularını arıtacak sistem ve araçlar eksikliği vb. karizmasını gölgeledi ve  etrafı kısa sürede kokuttu.

“Demek öyle ha! İlginç. Nikolay bunları anlattığın gibi yazmamışsındır umarım! Bilirsin Almanlar hassastır.” Dememe kalmadan genç bilim adamı üçüncü aşamaya daldı.

Üçüncü aşama 2 sene önce başladı. Borisov, Bulgar ulusunun birleştiricisi olarak ön plana çıktı. HÖH-DPS partisini ötelemesi bu yüzdendir. Her şeyden ve herkesten ben sorumluyum, demeye kalktı. Müslüman Türkleri devlet bünyesinden söküp, sokağa atma tehdidi de buna dayanır. Ya benimle olursunuz, ya başınızın çaresine bakarsınız havası estirdi. Hatırlarsın, 2014 sonunda seçim öncesi Cebelde bir Pomak köyüne uğradı, bir spor tesisi falan açtı ve sanki etraftaki Türk köylerinde yaşayanlara ya benden yana geçersiniz size de aynısını yaparım, ya şu çalıkların arasında gir gide çürürsünüz, demek istedi. Bu üçüncü formül tutmadı. Artık B. Borisov simasının çözülerek küçüldüğünü ve kamuoyunun kendisinden uzaklaşmak istediğini izliyoruz.

Biz,  Nikolay ile etkileşme kapısını araladığımız gün, ona “Oğlum, benden aldığın bilgileri sen kendine göre yada biraz farklı yorumlasan, sorun çıkar! Biz Türkler olaylara farklı açıdan bakarız. Kendisinden bize iyilik gelenin boyuna postuna, yaladığı mürekkebe bakmayız. Bir de şu var, Türklerle Bulgarlar arasında tartışma kültürü yoktur. Ne olur sen bana her şeyi anlatıp soru sorma işine boş ver. Ben bildiklerimle kalayım, sen de öğrendiklerini yavaş yavaş bildiğin gibi yaz, ben buraların biraz da  yabancısıyım!, dedim.

Hemen ısrar etti. “Bizim köyde çok Türk aile varmış. Dedem bana çok iyi komşumuz olduklarını anlattı. Göç etmişler. Türklerle sohbet etmek zevklidir, sözünü de dedemden duymuştum. Lütfen beni itme, senin farklı görüşün bana yararlı, seni hissediyorum.” Dedi.

Konuyu birlikte yaşama sanatı sayfasını açarak yeniden derinleştirdik. Ona, birlikte yaşamak ve tartışabilmek için kültür düzeyleri aynı olan,  birbirini anlayabilecek tartışma kültürüne sahip bireylerin bir araya gelmeleri gerekir, bizim aramızda yarım asır yaş farkı var, dedim.

Bulgarlarla Türkler sıkı dost olmalıdır.

Ben, küflü kalıp dogmalardan arınmış, daha doğrusu beynini dogmalarla doldurmamış bir gencim, sizi anlayabileceğimden eminim. Benim için Bulgaristanlı Türkler Bulgarların en yakın dostları olmalıdır, çünkü 500 sene aralarında kavga etmeden yaşamışlar, aslında şimdi de dıştan körüklenen ya da politik hesaplarla kışkırtılan düşmanlık olmasa, aramızda sorun olmamalı, yoksa yanılıyor muyum?” diye sordu.

Bu sözlerinden sonra, gence daha da ısınmaya başladım. “Şu dünyada seçimsiz demokrasi, sınırsız ülke vb. icat edilebilseydi, belki de dediğin gibi olurdu, ne yazık ki, gerçekler farklı,” dedim.

Harika! Evet, harika! Şu seçimsiz demokrasiyi kimden duydunuz, nerede okudunuz? Diye yapıştırdı.

Şu an aklıma geldi!” dedim.

Size kasla toplumsal olumsuzlukların, çelişki ve kavgaların, hatta savaşların temelinde seçim yalanları ve kavgaları mı var?” diye sorarken gözleri iyice ışıldadı.

Seçime kimseye propaganda yapılmadan, kimse kötülenmeden, kimse lanetlenmeden, oylar satın alınmadan, oy kullanmazdan önce içmeden ve kimse kimseden hesap sormadan gidilse, insanlar bir günde değil, yıl boyunca sonuç belirlese, oyu istedikleri zaman kullansalar!” diye anlatmaya başladım. Çok etkilendi ve ansızın:

Aslında olabilir, 21. yüzyılı eski dünyadan ayıran elektronik etkileşim değil mi, onu istediğimiz gibi kullanabiliriz. Bilgisayarı açıp oyumuzu internet üzerinden istediğiz an verebiliriz. Bu dünyayı seçim yükünden kurtarabilir. Tabii bunun bizim memlekette de yapılabilmesi için, her vatandaşın bilgisayar kullanması, her kişinin gizli kodu olması ve tam bağımsız kişilikler yaratmamız gerekir” derken sanki kendi kendine daha bir sürü şeyler söylüyordu.

Bunun için bilimselliğin kendini ideolojiye bırakmaması, partililiğin de bağımsızlık önünde boyun eğmesi gerekir değil mi?” dedim, kendime bir az daha önem kazandırarak ve onun seçtiği yüksek yetki belgesi konusunun önemli olduğuna işaret etmek için, “seni yazacağın konundan uzaklaştırmak gibi bir niyetim yok, istersen konuya dönelim” önerisinde bulundum.

Çok farklı görüşler savundu:

1990’dan sonraki Bulgaristan’ı komünistlerle –antikomünistler arasında bir amansız mücadele arenası olarak açmaya çalışırken, totalitarizm sökülmedi, dedim ya, bunların nedenini bir de bizim küçük toplumumuzda Bulgarların birbiriyle “bacanak- çotanak ilişkisinde aramalıyız” dedi. 1990’da açılan Bulgar sınırlarından kaçanlar “soya dönüş” dönemi suçlularıdır, Amerika’da ve Kanada’da saklanıyorlar, diye ekledi.

Sen şimdi bana biz 20. yüzyılın çözülmüş ve çözülememiş tüm sorunlarını 21. asra

Taşıdık, ambarımız küflü tohumla dolu, ekmeye yeni tohum gerek mi demek istiyorsun, dedim. ve Başbakan Borisov da bu bulanık durumun bir ürünüdür mü demek istiyorsun,” diye sordum.

Ever! Tam öyle!” dedi ve şöyle devam etti: “Ben bir siyaset bilimi adamı olmak istiyorum. Başbakan ve Cumhurbaşkanlarının konuşmalarını, yazılarını yazmak istiyorum. Yani siyaset uzmanı! Gerçekleri korkmadan ifade edebilmeliyim. Siz Türklerin totalitarizm yıllarında ayağınıza ne dikenler battığını biliyorum, onların uçlarının bugün de kanadığını da biliyorum. Zulüm yarası kolay kapanmaz. Bu nedenle değerlendirmeleriniz benim için çok önemli.”

Samimiydi. Olayları derinden kavramıştı. Kökte nem yoksa ağıcın yaprağının sararıp kuruyacağına inanmıştı. Yazacağı tezdeki gerçekleri, Bulgarlardan önce Avrupa bilim çevrelerine sunmak istiyordu. Avrupalılar inanmazlarsa, Bulgar’ın inanıp inanmamasının önemsiz olduğunun farkındaydı. İşlediği konuda yalnızdı. Bulgar kamuoyunun desteğini almadan arenaya çıkma hırsıyla dolup taşıyordu. Kanısına göre, 1989’da Türkler Bulgaristan’dan kovulmuştu. Türklerin kendilerinin kalkıp gittiği konusunda Bulgar Bulgar’a gizli iç propaganda yapılmış ve kamuoyunda sapkın bir görüş yerleştirilebilmişti.

Senden başka bir şey öğrenmek istesem, cevap verir misin Nikolay,” dedim.

Evet, sor!” dedi.

Bu, anlattığın Bulgar Bulgar’a propaganda yaptı meselesinde, Türklerin başına gelen her kötülük iyidir! Sonucuna vardınız, öyle mi? diye sordum.

Var öyle bir şey ama tamamen tutarsız. Türklerin hepsinin Bulgaristan’dan tamamen gideceğine biz de inanmıyoruz. Çünkü siz Bulgaristan’ı vatan biliyorsunuz. 600 yılın adı var. 10 kuşak atalarınız bu toprakta yatıyor. Bu işler öyle kışkırtıya gelen  milliyetçilerin istediği gibi olmaz. Türklerin ata kabirlerinin vatan simgesi olduğuna inandığını biliyoruz” diye ekledi. Bir süre durdu, Moca kadehine uzandı. Sanki derin bir ah çektikten sonra, “Görüyor musun konumuzdan hep yan kayıyoruz. Borisov’u daha etraflı konuşacaktık! Sırtımızda tarihin ağır yükü var. Önce onu indirmemiz gerek. Bilmem inanır mısınız. TARİH GELECEKTİR. Geçmişin çöpünü çakılını süpürmeden geleceğin yolu açılamaz.” Yerinden kalktı. “Zamanım sınırlı, yarın devam edelim! Kırma beni ben saat 15’te “Kahve vakti gelirim!” Buralarda ol!” Deyip uzaklaşmaya başladı.

Yaz gölgelerine basarak ilerleyen hemşerimin ardından bakarken, “Bulgaristanlı Türklerin doğru ve dürüstlüğünü, ahlaklı ve onurlu olduğunu araştırmak ve dünyaya duyurmak için gençlik yıllarını Viyana’da geçiren Nikolay’la içten içe gururlandım.

Reklamlar