Ertaş ÇAKIR
Tarih: 03 Ocak 2021

Ufuktaki 2021

Dünya’da ilk film 28 Aralık 1895’te gösterilmişti. O zamandan bu yana geçen bir asır ve yüzyıl çeyreğinde çekilen ve beyaz perdede oynatılan filmlerin bir kısmı bile aklımızda kalmamıştır. Fakat bunlar hep geçmişten esinlenerek geleceği anlatmıştır.  En fazla film ise Birleşik Amerika’da çekilmiştir. Biz Bulgaristan’da veya Türkiye’de yaşayanlar için Amerika’ya, bakıp da göremediğimiz, dünyanın öte ucudur. Yazıya düşen tarihi, iki yüz, üç yüz yıl olduğundan dolayı, kadim geçmişten çıkan ve göz kamaştıran bir şeyi de yoktur. Ne var ki, Amerika hayal gücü kuvvetli olan insanların ve derin devletin (küreselciler) yurdudur. Dediğim gibi, ibret dersi alacak kadar uzun ve zengin kendi tarihi olmayan Amerika, derin devletin geleceğe ilişkin senaryolarından daha fazlasını, Osmanlı tarihinden soyutlamıştır (almıştır). Zaten Feto denilenin projeleri de Atatürk’ün vasiyetinden aldıklarını yazanlar var büyük olasılık her şey olabilir. 6 Ocaktan sonra daha detaylı konuşula bilinir.

Belki de tarih kaynaklarımızdan esinlendiğinden dolayı olacak, ABD derin devleti XX. yüzyılda insanların hayatını yönlendirdi. Hatta bazı yenilikler bizi de etkiledi.

Örneklemem gerekirse, Bulgar TV-sinde 1990’dan önce “Barbie” kukla kâh yaramaz bir çocuk, kâh güzel bir kız veya tombul yaşlı hırçın bir kadın şekillerinde oynadı. Küçük ekranı hep doldurdu. Hatta şeytanların şeytanı gibi hayatımıza girdi. Kafa karıştırıp bizi düşünmeye zorladı. Komünist ideoloji tarafından kalıplanmış ve betonlaşmış beyinlerimiz bir simanın hem genç hem yaşlı olmasını, döneklik etmesini, hatta hainliği seçmesini yadırgıyordu. Bu, bir komünistten faşist, faşistten liberal ve saire olabilmesi algımızı zorlayan bir durumdu. Komünizmin “kutsallığı”, “Berlin Duvarı” gibi yapıların Çin Seti emsali uzun ömürlü olacağı öyle işlenmişti ki belleğimize, hayal ateşimiz sönmüş, fikir yürütmeyi ise, yıllar önce unuttuğumuzdan, uykuların en derinine dalmıştık.

XVII. Yüzyıl Osmanlı tarihinde, 19 kardeşinden 17’sinin kellesinin kaydırılmasından sonra sağ kalan ve her yeni gün için dua edip ömür törpüleyen Padişah Birinci Mustafa’nın çileli günlerine benziyordu hayatımız. Deli Mustafa adıyla ünlü Birinci Mustafa, 2 defa tahta çıktığına göre, hayatta şans denen o şeyin gerçekten olduğuna inanmaya başlamıştık.

O yıllarda beynimize iyice sokulan bir şey de totaliter, otoriter, tek kişilik devlet yönetim biçiminin en sabit ve en isabetli olduğu idi. “Sezar”, “Yüce Kral” gibi örneklerle besleniyordu. Bir sonraki  cümlede Todor Jivkov’un ismi geçiyordu.

Totalitarizmin bir terör ve zulüm rejimi olduğunu ilk defa “Amerika’nın Sesi” radyosundan, “Lenin’in getirdiği proletarya diktatörlüğü, Rusya Çarlarının totaliter zulmünü aratmıştır. Stalin diktatörlüğü ise, proletarya diktatörlüğünü karanlık gecede mumla aratmıştır” şeklinde işitmiştik.

Tabii ben o zaman film senaryolarının derin devlet işi olduğunu da bilmiyordum.  Hatta bazı filmleri gördükten sonra dünyada en akıllı insanların Hallywood, Los Angelles, Kaliforniya, Amerika Birleşik Devletleri adresinde yaşadığını düşünüyor ve acaba nerede okudular diye kafa yoruyordum.

Anladığıma göre o işler hiç de öyle değilmiş. Senaryolar derin devletin projesi olup, görünmeyen yetenekler tarafından kaleme alınıyormuş. Bu yaratıcılar zengin ruhlu insanlar olmalı ki, ozanların şarkılar olmazsa hayat susar dedikleri gibi, filmler olmazsa insanlar karanlıkta kalır, önünü göremez inancını aşılayanlardı. Karanlık tünelde ışık yakan onlardı.

Yaratıcı yaklaşım Bulgarların fikrini de değişime yöneltti.

Bu işte, Türk film endüstrisi ustalıkla tarihi günümüze taşıdı. Bulgaristan Türkleri için çok ağır geçen XX. yüzyılda uzak ve yakın tarihimizi anlatan filmler, Kurtlar Vadisi, Kuruluş Osman, Uyanış Büyük Selçuklu, Abdulhamit Han gibi Osmanlı kahramanlarını yaşatan diziler, Fatih 1453, Çanakkale 1915, Çılgın Türkler, Eve Dönüş, Sultanın Sırrı, Hürrem Sultan, Kösem Sultan ve Yeşil Çam incileri Bulgaristan’da buzları kırma işinde büyük rol oynadı. Bulgarlar neredeyse “bu tarih bizim de tarihimiz” demeye heveslendiler. “Çalı Kuşu” ve “Ağaçlar Ayakta Ölür” gibi filmler oynamazdan önce Türk sevgi, saygı ve sadakatini, Türk kadınının uyanış serüvenini anlatmak olanaksızdı.

Aynaya bakmadan kendini göremezsin.

Bulgarlar kendilerini Makedonların aynasında görünce şok oldular. Üsküp’te basılan VI. sınıf tarih kitaplarında Bulgarları anlatan bölüm şu cümleyle başlıyor: “Bolgarlar barbar konargöçer bir soydur, Türk, Tatar ve Moğol’dur. 80 bin askerle Makedonya’yı işgal eden faşist bir güçtür.”  Korku yaratan bu tasavvuru değiştirebilmek için çok güçlü yeni bir senaryo ve bunu yaratacak gözle görülmeyen bir derin devletin özel soyutlaması gerekiyor ki, bu da yok. Bugünkü Bulgar politik yönetiminde tarihten gelen bu çıtayı aşabilecek politik, diplomatik ve kültürel zekâ olmadığı gibi, hayal gücü de yok. Vaktiyle düğümlere çözüm ararken Birinci Mustafa’yı on beş yıl bir odada kapalı tutanlar gibi, şimdi de Makedon Bulgar problemlerini derin dondurucuda bekletmeyi seçenler, iş yaptıklarını sanıyorlar. Bulgaristan Makedonya ilişkilerinin kaskatı donmasına neden olan nedir onu da anlayamadık.

Öte yandan beyaz perde eserleri halkımıza ufuk açan stratejik düşünce ürünleridir. Görünmez simaların geçmişi ve geleceği bugüne düğümleyerek beka yaratan üstün zekânın yansımasıdır.

Başkan seçimi sonuçlarını okuyoruz.

Son 20 yılda Bulgar TV ekranlarında pek çok Türk filmi izlendikten sonra, Bulgar kültür toplumu 2021 balkonundan geleceğini nasıl görüyor? Bilemiyorum. Nitekim, Birleşik Amerika’da son seçim sonuçlarının analizinden farklı ve düşündürücü sonuçlar çıktığını artık gördük. (Dorusu ne tam olarak da bilemiyoruz, çünkü sahtekarlık yapıldı iddaları devam ediyor) XX. yüzyılın sonlarına kadar dünyanın en dinamik ekonomisini, en özgür toplumsal düzenini ve emsali olmayan liberal demokratik kapitalizmini yaratan Amerika oldu. Hatta o kadar ki, Sovyetler Birliği çöktüğünde tek kutuplu dünya kurdu.

Kural tanımadan yaşamaya alışırken 2020 bu seyre en ciddi bir şekilde “Dur! Nereye bu gidiş?” dendi. Amerikan’ın ruhuna giren Kovid 19 düşmanı, 3 Ocak 2021 itibarıyla, 368 bin kurban aldı. Bu rakam, Birleşik Amerika’nın Birinci Dünya Savaşında, Kore Savaşında ve Vietnam Savaşında verdiği toplam kurbanlardan büyüktür. Bir de bu dev ülkede “Bundan ötesi ne olacak?” korkusu belirdi. Çin’de 1 milyar 400 milyon nüfus 5 bin kurban verirken, Amerikalıların 72 defa daha fazla kurban vermesi taş çıkartıcıdır. Yeni problem çıkmaz ise gelecek olan Başkan Jeo Biden ile Başkan Yardımcısı Bayan Kamala Harris, eski demokrat Başkan Barack Obama’nın 2017’de kalan Amerika’sını yönetmeyi üslendiler.

Olayların dibindeki Obama

2014’te Başkan Obama Beyaz Saray’da siyah derili dernek ve hareket başkanlarıyla birkaç görüşme yapmıştı. 2020’de Sofya’da 800 sayfaya zor sığmış Barack Obama “Vaad edilmiş Topraklar” başlıklı bir eser yayınlandı. Liberal demokrat düzen fikirlerinin 10 yıl öncesini anlatırken Oval Ofis’te siyah derili liderlerle neler konuştuğunu açmayan Obama, Amerika’nın derin bir değişim ve yeniden yapılanmaya ışık arayışı sezdiğini gizlemiyor.

Duyumsanan hareketlenme Protestan Papaz Martin Luther King tarafından yönetilen 1955-1968 sivil haklar hareketi ırk ayrımı yasalarını bozmuştu. Sivil haklar bakımından eşitliğin kurulmasını amaçlayan bu hareket şiddetsiz direnişler şeklinde gelişti. Yıllar “Siyah Amerika” yerine “Afroamerikan” neolojizmini türetti ve sivil haklar eylemleri dallanıp budaklandı.

Hukuksal eşitliğin ötesindeki istekler

Liberal demokrasi ideolojisi içinde gelişen bu hareketlerdeki eşitlik üç şekil gördü:

  • Hukuksal eşitlik
  • Kabristanda eşitlik ve
  • Komünist toplumda gelirde eşitlik

Liberal demokrasinin 2020 Başkanlık seçimlerinden önce fışkırttığı ve Başkan yardımcısı Kamala Harris’in Üniversite gençliği önünde yaptığı konuşmalarında alkışlanan “gelirlerin eşitlendirilmesi” veya komünizmin ilkesel sentezi olan “herkese ihtiyacına göre” şiarı tuttu. İstatistiklere göre, Amerikan Başkanlık seçimine katılan ve Demokrat Parti adaylarına oy veren üniversitelilerin % 51’i komünist ideye oy vermiştir. Karl Marks hayranı bu gençlerin Sovyetler Birliği ve Bulgaristan gibi ülkelerde sosyalist ve komünist pratikteki çarpıtmaları ve halklara kan kusturan terörü bilmedikleri belli. Belki de Bulgaristan’da Türk yaşadığını bilmeye bilirler. Dilimizin yasaklandığını, Türk kültürümüzün yakıldığını, kimliğimizin tanınmadığını nereden bilsinler!

Karl Marks eserlerinde, “herkese ihtiyacına göre” ilkesinin ancak kapitalizmin bütün ülkelerde aynı olgunluk aşamasına ulaştıktan sonra uygulanabileceğini yazmıştır. Fridrich Engels ile birlikte yazdığı 156 cilt eserde “bir tek ülkede sosyalizm kurulmasından, sosyalizm yolunun savaşla açılacağından” söz etmemiştir.

Ulyanov Lenin, Karl Marks’ı bu temel fikrini, kimseye danışmadan,  baştan sona çarpıtarak “Çarlık Rusya gibi azgelişmiş bir kapitalist ülkede sosyalist devrim gerçekleştirilebilir,” demesi keyfi bir tezdir. Bu çarpıtma XX. yüzyılı allak bullak eden fikirsel tez tashihlerinden biridir ve en az 100 milyon insanın ölümüne neden olmuştur.

2020 Amerika’sına ideolojik deprem yaşatan temel fikir aslında bu değildi. Bu olsa “insanlar başlarından geçmeyen şeyleri mutlaka yaşamak ister ve toslamadan akılları başlarına gelmez” der geçerdik. Ne ki, 2020 seçim yılında, “Covid -19” yasaklı ve kısıtlamalı ortamında Amerika’da fışkıran bir de ideolojik ırkçılık var. “Siyah ideolojik propaganda” şeklinde patladı. Son 40 yıldan beri dış ülkelerden gelenlerin Amerikan toplumuna sorunsuz başarılı entegre oluşunu anlata, anlata bitiremeyenlerin dili tutuldu. Siyahların ırkçı propagandasının hedefinde bu defa beyaz ırk var. Bu propaganda siyah derililerinin beyazlar üzerindeki üstünlüğünü ve beyazların siyah derililer karşısındaki eksikliklerini anlatıyor. Vurgu yapılan özelliklerin başında gelen şudur:

Beyaz kişi ikinci derecelidir. Eksik yanları olan bir insan olarak doğar. Onun yetersizlik kaşesini silmek imkânsızdır.  Bu propaganda radyolar, televizyonlar ve hatta okullarda bütün gücüyle sürüyor.

2014’te Barack Obama ile siyah derili liderler arasında Oval Ofis’deki görüşmeden sonra başladığı ve gelişirken yasa dışı vakaların, anarşi ve şiddet olaylarının alabildiğine çoğalması dikkati çekiyor. Bu Siyahların beyazlar ve diğer ırklar üzerindeki saldırılarının hat safhaya ulaştığı bir dönemdeyiz. Belinde silah olmayan sivil yoktur.

Aklanmayan tarihsel suç

2017’de Donald Trump’ın Beyaz Saraya girmesiyle biraz sönen bu azgın dalga 2020’de yeniden patladı. Protestolar esnasında boynuna basılarak öldürülen siyah derili George Floyd cinayeti yaz ortasında cini şişeden çıkardı. Siyah derilerin Bağımsız Gettolar kurmasına kadar gelişti. Özelliklerinden biri de siyah ırkçı propagandanın hem özel hem de sosyal medyada ana konu olmasıdır. Siyah ırkçılık propagandasında “beyazların tarihsel suçu olduğu” iddiası esastır. Ve beyazların bu suçtan kendilerini aklayabilmesinin imkân dışı olduğu, beraat gibi bir olayın asla mümkün olamayacağı savunuluyor. Bu gelişmeler bize Nazi faşizmini hatırlatıyor.

Anıt yıkma eylemleri

Amerika’da yaşayan Latinler, yerli kızıl derililer ve Asyalılar bu propagandaya taraf olmak istemeseler de, siyah derililer olağanüstü haklar ve ayrıcalıklar isterken, Amerikan devletini kurulurken ırkçılığı ve sömürgeciliği savunanların anıtlarını yıkma eylemleri başladı. Irkçı kültürün sökülerek kaldırılması hedefinde 23 eyalette 780 anıtın yıkılması var. Bu anıtlar 1890 – 1929 yılları arasında dikilmiştir. Tarihteki baskı, zulüm ve zorbalık izleri tamamen silinmek istiyor.

2020 seçim yılında Demokrat Parti’nin kanatları altında alevlenen en önemli ideolojik olay budur.

2020 kültür olaylarının senaryoları yazılmış olsa bile, filmleri henüz çekilmedi. Amerika’dan yükselen ve kültürel arınmayı amaçlayan bir kükreme dalgası var.

Arınma olayları Avrupa’ya sıçradı.

Olaylar o kadar ince ayar ki,  2020 Eylülünde Avrupa’ya sıçradı. Ateş önce İngiltere’nin en gözde üniversitelerinden olan Edenburgh Üniversitesi’nde 1960’larda inşa edilen ve adına Düşünür Dawid Hume 1711 – 1778 adı verilen yere düştü. Edenburgh Üniversitesi öğrencileri, Üniversite konseyine bir mektup yazarak Dawid Hume kule ve sokak isminin, George Soros ismiyle değiştirilmesini istediler. Olay ilginçtir, çünkü XVIII. Yüzyıldan beri Büyük Britanya üniversitelerinde Orta Çağlardan beri 2 düşünür, birisi liberal düşüncenin ve yasal demokrasinin babası John Lock, ötekisi de Emenuel Kant’ı uykudan uyandıran ve klasik fizikçi Albert Einstein’i İzafiyet Teorisine yönlendiren Dawid Hume’dir. 2020’de Hume Kulesi ve sokağın adının değiştirilmesine gerekçe olarak düşünürün 1777’de “Milletin Karakteri” adlı araştırmasında “Beyaz ırkın siyah ırk üzerindeki üstünlüklerini” sıralamış olmasıdır.

Kategorilerin her asırda özel anlamı vardır. XVII. Yüzyıldaki ırk kavramı, XIX. Yüzyıl ortalarındaki anlamı taşımaz. Örneğin Avrupa’da Uyanış Çağında “ırk” değimi insanlar arasında “farklılıklar taşıyan” anlamında kullanılmıştır. Söz konusu olan milli ve entelektüel farklardır. Yine aynı yıllarda, Emanuel Kant’ın “Pragmatik açıdan Antropoloji” kitabı çıkar. Bu eserde, seyyarların anlattıklarına dayanılarak, İngiliz, Fransız, Alman, Rus ve başka milletler arasındaki faklara işaret edilmiştir.  2020’de Avrupa’da çıkan kültür dergileri, “bürokrasinin kitleye yaranmak” için anıtlar yıkıyor ve bu bir barbarlıktır, yazıları çıktı.

Bu gelişmeler biz Bulgaristanlılar için çok büyük önem taşıyor, çünkü ülkemizde 180 Rus ve Sovyet işgalci anıtı var. Ayrıca yıllarca ters yüz gösterildikten sonra, yeniden olmak üzere, yukarıda da işaret ettiğim gibi, Bulgar kimliğinin ana çizgileri ve özü komşu Makedonya’da birer birer medya tarafından soyulup halka gösteriliyor. Türklerin, Pomakların, Gagavuz, Tatar, Çeçen ve Çingenelerin ters yüz gösterilmekten aşınmış ve resmen tanınmayan etnik ve kültürel kimlikleri söz konusudur. Karşımızda hem Orta Asya’dan geldiğini savunan hem de Orta Asya’nın temel halkları olan Türkler, Tatarlar ve Moğollardan kendini farklı gösteren, ama özünü kanıtlayamayan bir etnik var.

2021 ufkunda gördüklerimizden bazılarına değindik. Olaylar derin devlet işiyse, filmlerini görmek isteriz.

Maske, el yıkama ve mesafe kurallarına uyalım.

Paylaşanlara teşekkürler.

Reklamlar