Sevilcan YUCE
Konu: Cüppeli ve Külahlı Evrim.
Bir şarkı var:
Aşkınla yanmaya geldim.
Canımdan başka bir şeyim yokken,
Canımdan geçmeye geldim.
Kendimi bulmaya geldim!
Büyük bir felsefe var bu şarkıda.
Geçen asrın bütün devrim teorisini, derin anlamlı sözlerini yeniden ve yeniden bin kere süzsek, ancak bu öz çıkardı içinden. Kaç yılda olgunlaştı acaba.
DEVRİMİN PSİKOLOJİSİ eserinde bütün tarihi gözden geçiren Fransız Gustave Le Bon’a “üzerinde kaç yıl çalıştın?” diye sorduklarında “ömür boyu” cevabını vermiş. Ömür boyunun öncesi ise 1789 da başlamış ve 200 sene sürmüş. Okuduğumda beni en fazla etkileyen cümle: “Ani evrim, devrimi oluşturur.” Ve şarkıdaki “kendimi bulmaya geldim!” Nasıl da örtüşmüş değil mi? Cüppeli ve külahlıların ani evrimi. Sokaklara dökülüp meydanları doldurmaları. Böylesi görülmemişti. Duruşma odaları kilitlendi. Yargıçlar adaleti meydanlarda arıyor. Bu evrim mi? Devrim mi? Ne kadar olgunlaşmıştır dersiniz.
Size anlatacağım olaya bu. Dörtlükte sığacak gibi değil. Kural istisnası gibi bir şey!
Bulgar Temiz Mahkemesi (Kasatsionen Sıd) Başkanı Lozan Panov, cüppesiyle Adliye Sarayı basamaklarına indi ve binlerce kişinin önünde yüksek sesle şöyle dedi:
“Eğer bu ülkede iktidar oligarşinin ise, adalet arayan halkın, devrim doğal hakkıdır.”
Robespierre andırıyordu. Okumuyordu. Konuşuyordu. Yumruğu kalktı kalkacak durumdaydı.
Yargıçlar bağımsızdır, dokunulmazlıkları vardır, toplumun üst tabakasına aittirler.
Gerçek durum bu iken, Baş Yargıç, yasaların her zaman ve her yerde keyfi idare ve ahlakın üzerinde olması gerektiğini vurgulayınca 138 yıldan beri olmamış bir şey oldu.
Bu sözlerden yüreklenen anakentin cüppe giymiş, külahlı avukat ve yargıç alayı sıra düzdü ve Millet Meclisi meydanına yürüdü. 1896’dan beri üç anayasa yenileyen Bulgar tarihi böyle bir yürüyüş görmedi. Olayın özünde 1992’den sonra meclisin altıncı anayasa değişikliğini onaylarken son dakikada yapılan bir düzeltmeyle Temyiz Mahkemesinde Başsavcıya ayrı bir kota tanınarak kurumunda savcı yargıç dengesinin savcılardan yana değiştirilmesi oldu.
Bu olayın anlamında, Baş Savcıya tüm yasaların ve adalet anlayışı üzerinde görev tesis edilmesi var. Totaliter zihniyetin hâkimiyeti sürüyor. İşte böyle bir ortamda adaletten ve halktan yana hüküm vermenin imkânsızlığına karşı ayaklanma başladı.
Dünya tarihinde avukat ve yargıçların devrim yaptığı görülmemiştir. Onlar lider durumu alır. Büyük Fransız Devrimini yöneten Maximilien Robespierre de hukuk okumuş ve yargıçtı. O adalet isteyen devrimi ateşleyendi. Avukat ve yargıç çakmağı Sofya’da kıvılcım saçıyor. Memleket adalete susamış. Adalet Bakanı Hristo İvanov ve yardımcıları anayasal reform davasında kurban düştü.
- Panov ilk kez oligarşi dedi. Basın Bulgaristan’da toplum üzerine çöreklenmiş ve tüm sistemi ezen oligarşinin sivrilmiş temsilcilerini yazdı. Başta gelen HÖH-DPS milletvekili Delyan Peevski, Cumhurbaşkanına yakın olan İvo Prokopiev, İlaç ve kimya sanayi patronu Ognyan Donev ve soyulan bankacı Tsvetan Vasilen başlık oldu. Bu kişiler çeyrek asırda ülkemize kümelenen Rus ve Batı sermayesini temsil ediyor. Olay şu örneklerle daha iyi anlaşılır.
Bir) Maritsa – İstok Isı Elektrik Santrali bir Amerika şirketine devredildi. Kömürümüzden ürettiği yerli elektriği devletimize 2 defa daha yüksek fiyattan satıyor, halk soyuldukça soyuluyor.
İki) “Hemus” adlı Sofya Varna ana yol ihalesine birçok şirket katılsa da, en yüksek fiyat veren Peevski ile ülkemizdeki Rus sermayesinin babası Zahariev’in şirketleri, fiyatına bir o kadar daha ilave edilerek açık arttırmada ödüllendirildi. Hakim olan iç ve dış baskının boyutunu anlayabilmemiz için, bu iki örnek yeter de artar.
Demokratik yerleşmeden serbest rekabet iradesi yerin dibine gömüldü de, kemikleri bile çürüdü. Cüppelilerin Sofya sokaklarında gösteri yapmasını ancak bu delikten bakarsak anlayabiliriz. Anayasa ve yasalarımız, adalet iradesi, yolsuzluk, rüşvet, dolandırıcılık taşının altında tamamen ezilmiştir.
Son söz hep Baş Savcınındır. İşler o kadar çığından çıkmıştır ki Başbakan B. Borisov “Başsavcı Tsatsarov görevde kaldıkça anayasa değişikliği yapılmayacak” dedi. Adalet kazanı kaynıyor. Totalitarizmde de böyleydi. Hep parti sekreterinin dediği olurdu. Savcılar kesip biçerdi. “Böyle adaletin gözü kör olsun!” o zamandan kaldı.
Baskı ve terör o boyutta vardı ki, şiirlere döküldü. “Canımdan başka hiç bir şeyin yok,” hadi ayaklanalım diyenler, kelepçelerimizi söküp atmaya çağırmadı mı! Ne cesur kardeşlerimizdi. Şehitlerin cesareti dünyaya örnek oldu. Robespierre de başını giyotine uzatırken YAŞASIN HÜRRİYET, YAŞASIN KARDEŞLİK! demişti. Oturma grevlerini başlatanların yanlarına gittiğimizde “bizim nefes almaktan başka hakkımız mı var?” dememişler miydi. ”Kimin gözü vardı zenginlikte?” ve olsaydı bu dev acılar, her birini yaşayan Uşumnu’lu yüreği sonsuz Türklük sevgisi dolu Nurten Remzi kardeşimiz GÖÇ şiirinde şu satırları yazabilir miydi?
Gözü yaşlı mendiller
Çığlık
Uzaklaşan vapur
Öküz arabası
Trenler
Canı yanmış hikâyeler
Göç
“Canımdan geçmeye geldim” Bir çığlık şarkısıdır bu. Üzerine binlerce kitap ve bir o kadar ferman yazılmıştır. Teoride, devrim ateşinde yanmaya geldim, derken, teoride nedir bunun anlamı? Bir halkı göçe zorlamak dünyanın en adaletsiz olayı ise, avukat ve yargıçların isyanı da en adaletli ve insancıl savaşım doruğudur. Biz artık devrimle evrimin kardeş olduğuna inandık. Evrim devrime giden yoldur. Evrim her gün daha iyi olanı aramaksa, devrim de kötülüklerin derin hendeğini atlamaktır. İkisinin anlam çakışmasını Mayıs 1989’da yaşadık. Bize zulmeden ve istenmeyen idareyi ayaklanarak devirip, hürriyet kanatlarıyla uçtuk.
Biliyorum dostlar. Dilinizin altında “ayaklandık da ne oldu?” var. Bu, tam da öyle değil. Daha iyi olanı arar hep insanoğlu. Bin bir çileye rağmen, daha gelişmiş, daha medeni, daha gönül dolduranı bulur ve kötü olana dönmez. 1878’den beri dönüp dolaşıp başa gelen göçlerin derin anlamı budur. Güçlü olanın, daha iyi olanın, daha mükemmel ve doyurucu olanın mıknatıs gücü vardır. İnsanı, soyu sopu kendine çeker. Anavatanın bizi çektiği gibi! Ne ki, bizi kovan zulüm oldu. Bir de bizi oraya çeken daha üstün, daha yaşanası, daha gelişmiş, “altın çağını” yaşayacak düzeye yükselmiş, mutlu yaşamı açmış olandı. Bir de Türk oluşumuzdu. Ezilmeyi, boyun eğmeyi, köleliği asla kabul edemezdik. Bu inanç bizde öteden beri vardı. Hem de öyle dört sözle anlatılacak gibi değil. Edirne ve Çanakallede ata kabirlerimiz var. Kan çekiyor. Kaynaşma, kök salıp yerleşme, yeniden biçimlenme özlemi canlıydı içimizde. Arkamızda kalanı da 26 yıl geçse de unutamadık işte:
Sahipsiz kalan sokak
Köpek
İnek
Keçiler
Karın altından bakan
Meyveleri yer yiyen
Göç
Bu kadar acı. Anavatana Türk kendimizi bulmaya geldik? Türklük denizinin içindeyiz. Hepimiz Türklükte varız. Güç tazeledik. Yüreklerimiz özlüğümüzle şarj oldu. Türklük ateşi kendiliğinden yoğurdu bizi! “İstediğimiz daha da ne olabilir?” demekle bitmiyor işte. Kesintisiz bir süreklilik var kimlik oluşturma olayında, ardı arası kesilmeden dolup taşmak, yeni ileri hamlelerle kucaklamak hayatı ve istediğimizi eleyip süzerek çöpe atarken en bizim olanı bulmak.
Yaşasın bizim avukat ve yargıçlar. İşin yamuk ve çarpık olduğunu, yasaların boşluğunu, anayasanın yalnız oligarşi değirmenine taşıdığını anladıklarına göre, artık yalnız değiliz demektir. Altıncı yama adaletsizlik deliğine küçük geldi.
Ne demek istediğimi anlamakta zorlananlara şöyle bir örneğim var.
Kilise hukukunda rüya ve hayallere çok ağır ceza kesen maddeler vardı.
İnsanlar düşündükleri için değil, rüya gördükleri, hayal ettikleri, özledikleri için ateşe atılıyorlardı.
Bu karanlık çağın aşılması ve insanların istedikleri rüyayı istedikleri gibi görebilmeleri ve istediklerini hayal etmeleri için ne savaşlar verildi, ne kadar kan döküldü bir bilseniz!!!
Bizimki ne ki! Anayasa değiştirilecek. Zaten 1992’de milletvekillerinin 39’u tarafından imzalanmamıştı. 6 yerinden yamalı bir anayasa, kız olsa baldırı görünür.
2016’da Büyük Halk Meclisi seçilecek. Zamanı dolmuş yasaları yürürlükten kaldırıp çöpe atacak. İş Allah yeni Anayasada BULGARİSTAN TÜRKLERİNİN ETNİK KÜLTÜREL VE UYGARLIK HAKLARININ HEPSİ TANINIR. SOYDAŞLARIMIZIN DA BÜTÜN ÖZLEMLERİ GERÇEK OLUR.
Bir isteğim daha var. Yeni Anayasamızı cüppeli ve külahlı kendi hukukçularımız tarafından yazılsın ve halkla toplantı yapılarak alabildiğine tartışılsın. Bu işte bütün eski kıtaya örnek olalım. Hukukçularımızın istediği de bu değimli zaten!