Sevilcan YÜCE
Konu: Su konuşmadan yolunu bulurken, bir konuşuyoruz ama yolumuzu bulamıyoruz.
Bir Delinin Padişaha Öğrettikleri
Padişahın biri, tımarhaneyi ziyarete gitmiş. Ziyareti esnasında baş doktor hükümdara hastalar hakkında bilgi verip, koğuşları dolaşırlarken azgın delilerin tedavi gördükleri koğuşa varmışlar.
Hükümdar, azgın delilerden bir tanesini görmek istemiş. Hastalardan her biri birer hücrelerde kapalı olarak tedavi görürlermiş. Baştabip orada bir hücrenin kapısını açıp, hastayı hükümdara göstermek istediğinde, hücrenin kapısının içerinden kapalı olduğunu gören doktor, içerideki hastaya seslenip kapıyı açmasını söylediğinde hasta içeriden:
- Şimdi işim var, rica ederim beni meşgul etmeyin! Diye doktora cevap vermiş:
Hükümdar doktora:
- Sor bakalım ne işi varmış? Demiş. Doktor da:
- Ne işin var, ne yapıyorsun? Diye sorduğunda hasta içeriden:
- Yahu, ne laf anlamaz adammışsın, hesap yapıyorum, hesap.
- Ne hesabı yapıyorsun bakalım? Deyince akıl hastası:
- Padişahla benim aramdaki hesabın farkını yapıyorum, demiş.
- Hükümdarın hesabıyla tabip sormuş:
- Senin ile hükümdar arasında ne fark gördün bakalım?
Deli saymaya başlamış:
- Ben de hükümdar da bir ana babadan doğduk. Benim babam fakir idi, onun babası padişah idi. Padişah orda benden farklı. O da ben de iğrenç bir su idik. Sonuna bakarsak o da ölecek, ben de öleceğim.
Burada yine birleştik. Farkımız yok!
- Ben öldüğümde bana kaç paralık kefen, hükümdar öldüğünde ona kaç paralık kefen sararlar? Bu hesabı da yaptım. Onun kefeni benimkinden 60 para farklı. Ben de, o da toprağa gireceğiz.
Burada farkımız yok:
O da çürüyecek, ben de çürüyeceğim, orada da farkımız yok.
Cenazelerimize kaç kişi gelir? Benim cenazemde kaç kişi bulunur, sultanın cenazesinde kaç kişi bulunur? Burada sultan benden çok farklı; benim için cenaze namazı kılmak murat olduğunda imam ve cemaat nasıl niyet ederse, sultanın cenaze namazı kılınırken de imam ve cemaat aynı şekilde: “Er kişi niyetine” diyetine her ikimize niyet edeceklerinden burada da farkımız yok.
İmam efendi, beni tezkiye ederken, nasıl tezkiye eder, sultanı tezkiye ederken nasıl tezkiye eder? Cemaat benim için nasıl şahadet eder? Padişah için nasıl şahadet eder? Padişaha nesil bir kabir yapılır? Benim için nasıl bir kabir kazılır? İşte, bunların hepsinin hesabını yapıyordum. Geldin, hepsini alt üst ettin. Bir miktarını çıkardım.
Bak şöyle: Hükümdarla benim farkımın hesabım doğru mu? dedi ve saymaya başladı:
“ Ben dünyaya bir kadın ve bir erkekten gelmişim. O da benim gibi bir ana ve bir babadan dünyaya geldi. Ben doğduğumda, anam babam sevinç duydular, bayram ettiler. Onun da babası ve annesi bayram ettiler. Velâkin onun doğduğunu istemeyenler oldu. Ben, hasta oldum beni buraya attılar, azgın olduğum için kollarıma zincir taktılar ve bu hücreye koydular. Padişahı da sarayında hapsettiler ve kollarına cevahir bilezik taktılar. Beni, yalnız bırakmadıkları gibi, onu da yalnız bırakmadılar. Ben, bir evde doğdum, o bir sarayda dünyaya geldi, ikisi de yakın bir zamanda harap oluyor. Ben içi kırpıntı dolu yatakta, o ise içi kuş tüyü; ipek bir yatakta doğdu; ikisi de yakında çürür, çöplüğe atılır. Benim makamıma imrenen olmaz. Onun tahtında çok kimsenin gözü vardır. Benim düşmanım azdır, onun çoktur. Ben öldüğümde bana ağlayan olmaz. Onun öldüğünde ağlayandan çok sevineni vardır. Bana adi, birkaç arşın kefen, ona ise ipekten kefen sararlar. Ona da bana da er kişi diye niyet ederler, imam:
- Cemaat bunu nasıl bilirsiniz? Diye beni sorduğunda
- Zavallı, akıl hastası, derler. Onun cemaatine:
- Nasıl bilirsiniz? Dediklerinde, dilleri ile
- İyi biliriz, derler, lâkin kalpleri ile yaptığı zulmü ve fenalığı hatırlayıp, yalancı şahadet ettiklerini düşünürler.
Bana harap yerden bir çukur açarlar. Ona ise bir yüce kabir inşa ederler. Lâkin yakın bir zamanda ikisi de viran olur. İşte yaptığım hesap bu idi. Bazı yerlerde o benden âlâ görünürse de, pek farkımız yok. Bazı yerde de ben ondan âlâyım. Sultanınki muvakkat bir zaman için benimkinden birkaç para fazla görünüyor. Bu fark, zamanla beraber oluyor. Sultan ile benim aramda hiçbir fark kalmıyor, beraber oluyoruz.
Hükümdar, bu sözlerindeki manayı anlayıp, tahammül edemeyip ağlamış. Bu mecnundan aldığı ders, evvelce aldığı her dersten üstün olmuştu.
***
Bu masalı seçmemin sebebi siz okuyucularıma bir soru sormaktır.
Bulgar devletinde Sultanlıktan ve Krallıktan sonra Sarayda yaşayan kalmasa da,
Ahmet Doğan adında bir kişi korumalı ve zırhlı saraylarda beslenip içiriliyor.
Aynı zamanda, Avrupa Birliği hesaplarına göre, aralarında bazı profesör, opera sanatçısı, eski işletme müdürü, parti sekreteri, yaşar, gazeteci, işçi, memur başlıca Sofya’da olmak üzere çöp tenekelerinden, Pazar atıklarından, yemekhane ve lokanta kırıntılarından geçinmeye çalışırken, evsiz barksız yaşıyorlar. Hele gençler Batı Avrupa ülkelerine kaçalı durum çok vahim oldu, deli haneler, tımarhaneler ve huzur evleri dolmuş taşmış, yer yok.
Soru: Bulgaristan ortamında Ahmet Doğan bu simalardan hangisidir?
Masallarımızda kendimizi aramaya devam edeceğiz.