Tarih: 28 Aralık 2018
Yazan: İbrahim SOYTÜRK
Konu: Bocuk Bayramının anlamı üzerine düşünceler

Bulgaristanlı yaşlı kuşak 24 Aralığı 25 Aralığa bağlayan o karanlık geceyi Türklere karşı isim ve kimlik değiştirme kâbusu olarak hatırlarken, aynı gecenin Hristiyan dünyası için bir de Bocuk olduğunu bilir.
Bocuk Yortuları o gece başlar. Yahudiler tarafından çarmıha gerilen İsa Peygamberin sözde dirildiği gecedir 24 Aralık gecesi.
25 Aralık sabahı Bulgarlar birbirlerine “Gerçekten Dirildi” selamı verirler.
Komünist Partisi (BKP) Merkez Komitesi Politik Bürosu’nda adına “soya dönüş” yani “Türklerde Bulgar Kimliğinin dirilişi” anlamına gelen zorla Bulgarlaştırma olayının Hristiyan dini esintili benzetmeli anlamıdır bu. Parti Programında ideolojik ateist çalışma olan komünist zihniyetin Türklerin içinde Bulgar uyandırma ve Müslümanlıktan Hristiyanlık çıkarması hayali kökten saçmalıktı.
Ne VAR ki bu uğurda 1944’ten sonra, dinlerin yok sayılması ve dine dayanan yaşam tarzı ve ahlakın, dünya görüşünün değiştirilmesi uğrunda çok yoğun çalışılmıştı. Hristiyanların vaftiz etme, isim verme, isim günü kutlama, kilise nikâh ve düğünlerinin yasaklanması ve matem ve cenaze törenlerinden Papazların kovulması, kabristan ayin ve anma törenlerinin vs yasaklanması, din okullarının da kapanmasıyla dine mezar kazmışlardı.
Aynı uygulama İslam ve Müslüman inanç, ibadet ve töre sistemine de uygulandığından, sanki tek tip insan yaratılmaya çalışılıyordu. İnsanın üzerinde taşıdığı dinde hiçbir iz, işaret ve eser kalmaması için uygulanan kanunsuz baskılar şaşmadan uygulanıyordu.
Yüzbinlerce sünnetçi, muskacı, aracı, bakımcı, falcı, kurşun döken vs Müslümanı sürgüne zorlamış içeri atmış, hepsine tövbe ettirmişti. Bütün Müslüman kızların açık başla gezmeye, çalışan Müslüman kadınların fistan ve aynı renkte – mavi veya kahverengi – manto, lastik ayakkabı giymeye zorlanması, kına yakmanın, belik örmenin yasaklanması, saymakla bitmeyen yasaklardan yalnızca bazılarıdır.
Ne var ki, hayat din dışında hiçbir parti ve devlet gücünün ahlak yaratamadığını kanıtladı. Ahlaksız toplumların da dağıldığını, anarşik, kuralsız yaşamı seçtiğini kanıtladı. Bu dağılma her zaman aileden başladığı gibi aile yaşamı gelenekleri bozulurken, toplumsal yaşamın ana hücresini ve damarları patladı, düzensizlik, keşmekeş yarattı. Bu çöküş, bizde, 20. Yüzyılda aile yaşamı kutsallığını sokaklara ve parklara taşırken, 21. Yüzyılda sosyal tip insan teorileriyle – jender kuramı – insan doğasındaki ve sosyal yaşam düzenindeki temel değerleri hedef almaktadır. Bulgaristan’da da erkek evlilikleri, aile dışı birliktelikler, kadın kadına aile kurma aldı yürüdü ve mecliste kanunlaşma sırasına girmiş bulunuyor. Buna tahammül edemeyenler kentleri terk etti veya dış ülkeler huzur bulmayı denediler.
20. yüzyılın ikinci yarısında Çin beş milyon insana aynı elbiseyi giydirmiş, öpüşme, sevişme ve bir’den fazla çocuk yapma yasakları getirmişti. O da tutmadı.
Avrupa kültürünün etkisiyle adına Noel Bayramı denen Bocuk Yortuları, Bulgaristan’da kendine özgü renkler aldı. Noel pazarları açıldı. Bunun en belirgin yanı, otoritesini kaybeden kilisenin tarihe ve kök adet ve geleneklere dönme çabalarında kendini göstermeye çalıştı. Noel’e yeme içme ve hediye alıp verme anlamı yüklendi. Bu da kendiliğinden şu ikilimi doğurdu.
1944 ile 1989 yılları arasında sosyalist Bulgaristan’da sert layık ve yasaklayıcı bir komünist devlet idaresi vardı ve dinsel gelenek baskı altındaydı. İsa Peygamberi anlatan ritüel sistemine nefes alma hakkı verilmiyordu. Komünistler dinsiz – ateist ya da deist – olduklarından dolayı Bocuk sabahı “Gerçekten Dirildi!” selamlaşmasını yasaklamışlardı. Yani İsa Peygamber’in dirilişinin anımsanmasına yasak konmuştu. Hristiyanlığı bir hurafe torbası olarak algılayarak dinsel inançları kökten ret ediyorlardı.
Öyle olsa da, Bocuk Sabahı kiliselerde yapılan ayinde, Bulgar halkı ve devleti için azizlerin simleri sıralanırdı. Sosyalizm yıllarında ilk Büyük Bulgar Devletinin kurucusu aziz Hak Krum ve Bulgarlar’ı Tuna’ya indiren aziz Han Asparuh’un ve kurtarıcı olarak Rusya Çarı aziz II. Aleksandır’in vb isimleri sıralanırdı.
1990’dan başlayarak – sözde demokrasi döneminde – Bulgarlar, Rus Çarının kendilerini Osmanlı’dan kurtarmadığı, hatta esaret altına aldı ve köle ettiği bilincine vardı. Bu nedenle, Bulgar din adamları arasında, Bulgar halkı için bir kurtarıcı olmayan II. Aleksandır’ın isminin azizler arasında anılmaması gerektiği hareketi başladı.
Konuya ilişkin yazılarda, Prusya’nın Ştetin kasabasında bir Prens ailesinde doğan ve 1744’te Ortodoksluğu kabul eden Rusya imparatoriçesi 2. Ekaterina, 21 Haziran 1974 ‘te Küçükkaynarca Antlaşmasıyla Osmanlı’daki Hristiyanları himaye hakkı elde ettikten sonra şu uygulamaya geçmişti: Bulgar kiliselerine Yunan Papazlar doldurmuş, ayinlerin Yunanca yapılmasını emretmiş, Bulgarları dini kimliksiz bir karanlığa itmek ve Bulgar’ı cahil bırakıp uyanışlarını boğmak için çaba harcamıştır.
Bu kör gidişi gören, Osmanlı devleti 1872’de çıkarılan bir Fermanla durdurmuştu. Aynı fermanla Ortodoks Kilisesinden ayrılan Doğu Ortodoks Kilisesi Yunan papazları Bulgar kilise ve manastırlarından çıkarıp kovmuş ve Bulgarlara anadillerinde ibadet etme, okuma yazma, eğitim, aydınlık ve kültürel yaşam hakları tanımıştır.
Bu ve benzer tarihsel gerçekleri Bulgaristan’da artık farklı bir açıdan algılanıyor. Rusya Federasyonu Sofya Büyük Elçiliği tarafından bu yıl başkentin merkezindeki “Ts. Nedelya” kilisesi önüne dikilen süslü Çam Ağacı “Hiç gerek yok” diyen Bulgarlar tarafından hemen çöpe atıldı. 1925’te kubbesine yerleştirilen bombaların patlatılmasıyla 500 Bulgar aydın ve devlet adamının öldürüldüğü anımsatıldı. Üstelik diplomatik skandala baş gösterdi. neden oldu. Rusya Büyükelçiliği fesboock üzerinden Bulgar halkına “geri zekâlılar” dedi.
2018 yılı Bocuk Yortusu günleri Bulgar halkının vecibeleriyle ilgili başka bir değerlendirme de yeni bir tartışma sayfası açtı. Olay şudur: 1942’de Makedonya ve Ege Bölgesine Nazilerle birlikte giren Bulgar orduları “işgal gücü” müdür yoksa “kurtarıcı” mıdır? Harekât sırasında 30 bin Makedon öldürülmüş, 20 bin Yahudi ve Çingene “Treplika” ölüm kampına gönderilmiş ve yakılmıştır. Makedonya okullarında 9. Sınıf tarih kitaplarında Bulgarların “vahşi” olduğu yazılıdır. Bulgarların kitapların yeniden yazılmasını ve bu sözün metinden atılmasında ısrar ediyorlar.
Tartışılan konu kendilerine “geri zekalı” ve “vahşi” denen bir kavim millet ve halk olma boyutuna ulaşmış kabul edilebilir mi?
Öte yandan, Hristiyanlık geleneklerinin oluşumuyla ilgili geliştirilen yeni Bulgar iddia ve kuramlarında, bu geleneklerin, İsa öncesi 4. Asırda yaşamış Orfeus’a dayandığına vurgu yapılıyor. Bunların temelinde bin yıllık Bulgar putperestliği olduğu savunuluyor. Hristiyanlığın Bulgar Orfeizminin devamı olduğuna yer veriliyor. Aristo vaktıyla, “İnsanların kardeşliği fikrinin herkesten önce yaygınlaştırdığını” yazmıştı. Bunun anlamı “ihtiyacı olanlara yardım etmek, derdi olanlara derman olmak ve herkese umut aşılamak” olarak açıklanıyor. Böylece Orfeus, “İsa Peygamberin yolda olduğuna müjde vermişti,” deniyor. Bu arada, 12 ve 30 yaşlarındayken o bir büyük ari –saf ırkı – Bulgarları – ziyaret etmiştir. Bunun kanıtı, 2 000 yıl öncesinden, Kaşmir’de, Hemuc!! kenti yakınlarındaki Bramis duvar yazılarıdır. Bu yazılara göre, İsa önce Perperik’te (Perperekon) – günümüzün Alfatlı köyü (Nanovitsa), Mestanlı (Momçilgrad), Kırca Ali/ Bulgaristan antik kazıların yapıldığı mekanın adıdır – bulunmuş ve daha sonra Hindistan’da İsa Tepesine çıkmıştır. Perperin Orta Çağda, Yunan Perperekon’u adını almıştır. Bu teze göre, Hristiyanlığın kadim gelenekleri ve adetleri Traklar’dan kaynaklanmıştır. Tabii bu savlar Makedonlar ve Ruslar tarafından kabul edilmiyor ve yalnızca Bulgar kiliselerinde ayinlerde söyleniyor. Bu kadim gelenekler iaman gelenekleri olabilir mi? Bunlarla biz Müslüman Türklerin her hangi bir ilişkisi iddia edilecek mi, bunu henüz bilemiyoruz.
Tüm bunların iddia edilebilmesi için önce zamanın ve rejimlerin değişmesi gerekiyordu. Yukarıda işaret edildiği üzere, sosyalizmde kiliseye girip çıkanlar sayılıyor, dindarların kaydı yapılıyor ve hepsinin dini inançlardan caydırılması, törelerin ve tarihin unutturulması için ateist propaganda yapılıyordu. Pek tabi ki, din hem kilisenin içinde hem de hayatın içinde yaşar. Kilise dışı hayatı dini nitelikten arındırılıp ateist ritüeller sistemiyle değiştirme yolunda çok çaba harcandı. Ateizm yani Tanrının var oluşunu kesin ret etmek ile yaratıcının varlığını kabul edip ona inanmamak – deizm – ikisi de din değildir. Değiştirilen tarih de din değildir. Komünist ideoloji, felsefe vs., sosyalizm de din değil, ancak bir dünya görüşüdür. Dinin yaşattığı inanç, ibadet ve ritüel sistemi ise beraberinde toplumsal uzlaşmayı, ahlakı, diyaloğu taşır ve yaşatır.
1989’a kadar, Bulgar devleti, Müslüman dini vecibelerini, inanç, iman, gelenek ve Müslüman yaşam tarzını kökten yasaklarken, Ortodoks Hıristiyan dinine de pek çok yasak getirmişti. Örneklersek, son dönemde olduğu gibi her hanenin Bocuk domuzu kesmesine sınırlama getirilmişti. Papazların buz gibi ırmak, göl veya deniz suyuna haç fırlatması ve gençlerin suya atlayarak haç araması yasaklanmıştı. Donmuş suda abalı poturlu horon oyunları, topluca sarhoşlayana kadar rakı şarap içmek, her için başında ve en önde papazların bulunması, saatlerce ayin yapıp dua etmesi, Hristiyanlığın temel dayanaklarından olan İsim Günü kutlamaları yasaklanmıştı. Şimdiki gibi özellikle milliyetçi TV programlarında olduğu gibi hele Pazar sabahları saatlerce papaz efsaneleri anlatılmıyordu.
Avrupa Katolikleri Noel’de domuz kesmez, sofralarındaki Hindi dolmsı ya da kızartmasıdır. Amerika’da Hindi Günü – bereket – Helouyin artık Bulgar Hristiyanlar tarafından kutlanmaya başlandı, aslında Ortodoks Hristiyanlıkta böyle bir Yortu (tatil ve adet) yoktur.
Kısacası, Ortodoks Hristiyanlık, Bulgar tarihi, gelenek sistemi, hayat hakkı arayışı açısından çok zor dünler yaşıyor. Teknolojik dönüşümler yaşayan dünyaya sanki erişemiyor. Olay din işlerinin devletten ayrı tutulması sert savaşımın huzur ve barış günlerini ne başlatıyor ne de sona erdiriyor.
Bu savaşımın içinde bir de diyalog ve hoşgörü alanında Müslümanlarla ve İslam’la iyi günler yaşama sevdası var. Bunu Ortodoks Kilisesi temsilcilerinin anadil eğitimi ve kültürel halklarımızın tanınması ısrarında görebiliyoruz. Aynı zamanda Doğu Ortodoks dini Müslüman medeniyeti ve İslam kültürü yasaklarını hiçbir surette dolduramıyor. Faşizm ve totalitarizmin yarattığı toplumsal boşluklar günümüz sosyal ve medeni yaşamında sakatlık doğurdu. Toplum huzur ve güvenliğe ne kadar açsa, hoşgörü ve müsamaha açısından da yetersizdir. Bocuk kutlamalarında ağırlıklı olarak domuz eti ve şarap tüketiminin ön plana çekilmesi, toplumu parçalıyor ve parçaları birbirinden uzaklaştırıyor. Size bir Bulgaristan Müslümanı açısından Bocuk Yortusunu anlatmaya çalıştım.
Bu yortunun başka bir rengi de 3 gün Bulgar kentlerinin boşalması, köylerde kırmızı şarap ve domuz sofraları kurulması ve sınırsız yiyip içerek gürültülü şenlenme, gençlerin arzuladığı eğlenceli dünyaya yabancıdır.
Son

Reklamlar