Bunaltıcı yaz sıcaklarında birkaç gün evimde istirahat etme fırsatı buldum. Başlayıpta bitiremediğim bazı edebi yazılarımla biraz haşır neşir oldum, bu esnada sakalım da bayağı uzadı,sokakta tanımadıklarım bile hürmetle selam vermeye başladı hacı dayısına.

Mümin Topçu
Mümin Topçu

Hafta sonu biraz mahle meydanına çıkıp,bizim İrvan’ın yerinde arkadaş görürüm diye sokağa attım kendimi.Bizim göçmen kafeleri çok moderendir, hazırladıkları kahfelerin bile isimleri “dılgo”ve “kıso”. Bir gölgeliğin altında koyu sohbet ederken buldum göçmen derneğimizin kurucusu ve 25 yıl boyunca yöneticilik yapan çok sevdiğim bir Ağabeyimizi. Bu yazımda onun adını ve derneğimizin adını anmaktan çekineceğim. Bende oturdum masasına ve mohabet derinleştiçe derinleşti. Kalkacağımız vakit geldiğinde, Ağabeyim,akşama gel, beraber derneğin iftar yemeğine gidelim, dedi. Hemen olurumu verdim ve onu metro durağında bekleyeceğimi belirttim.
Anlaştığımız saatte geldi,ama ellerindekileri gördüğümde şaşırmadım değil. Bir elinde bildiğimiz tahta yer sinisi,birkaç poşet dolusu evrak dosyası ve dergiler,diğer elindeki poşette ise büyük bir karpuz ve sarı bir kokulu kavun sırırıtıyordu. Bunları neden yanında götürdüğünü hiç sormadım, kendimce herhalde bir bildiği vardır diye düşündüm.
Metroda, artık o kendini tutamadı ve bana dert yanmaya başladı.
– “İyi tanırsın beni, hayatım boyunca gündüzümü geceme kattım ve derneğimizin işlerinde koşuşturdum, tek gayem topluma ve insanımıza yararlı olmaktı. Bu büyük şehirde beni tanımayan yoktur, dört tane dernek başkanıyla çalıştım, bu devletin Cumhurbaşkanları, Başbakanları bile tanır beni. Rahmetli Özal ve saygıdeğer Demirel ile de beraber olduğum anlar oldu.
Asıl derdim sana bunları anlatmak değil. Geçen yıl da ben derneğimizin iftar davetiyesine gittim. Vardığımda, konuklar masaların çoğunu doldurmuştu. Saydım ve yedi tane masada ise boş sandalyeler göze çarpıyordu, bunlarda yakından tanıdığım dernek yöneticileri ve aktivistleri oturuyordu. Tek tek bu yedi masayı dolaştım ve müsaitse, oturabilirim mi diye sordum. Hepsinden red cevap geldi,güya bekledikleri varmış…
Sesimi çıkarmadım,kendime bir türlü yer bulamadım ve böylece iftarımı açamadan oradan ayrıldım,aslında o bana yer göstermeyenlerin çoğu niyetli bile değildi. İçim çok burkuldu, adeta gönlüm kırılmıştı. Ben bu saygısızlığı hiç bir şekilde haketmiyordum,çünkü neredeyse bu derneği ben yaratmış ve uzun yıllar yaşatmıştım. Çilekeş insanımız ve dernek arasında bir canlı köprü olmuştum. O, bana yanımızda boş sandalye yok diyenlerin çoğunun dernek üyeliğini ben onaylamıştım…”
Bu acılar dökülüverdi Ağabeyimin dudakları arasından, gözlerini camdan dışarı kaçırıyordu, bana bakamıyordu. Ben de suskunluğa bürünmüştüm, iyi oldu da varacağımız durağa acele ulaştık. Ben kavun ve karpuz poşetini aldım, o diğer eşyaları va Havuzlu parka doğru yola koyulduk. Vardığımızda yine masalar dolmuştu. Bizi görenler bıyık altından gülümsemeye başladı, Ağabeyimin bazı eski dostları el sallayarak bizi masalarına davet ediyorlardı. Şef takımı. tabi ki .yine görmezlikten geliyordu,ama çaktırmadan göz altından bizi takip ettikleri anlaşılıyordu.
Bu manzara karşısında ben de şaşkındım,bana figuran rolu biçilmişti ve Ağabeyimin yanından ayrılamazdım. Tek sakkallı olduğumdan dolayı ben de herkesin dikkatini çekiyordum. Ağabeyim önde,ben arkasında,şöyle bir tur attık konuk masalarının ortasından ve iftara gelenlerin uzağında bulunan havuzun bir kenarında durakladık. Ağabeyim, önce bir sofra bezi serdi yere, sonra güzelce siniyi yerleştirdi, üzerine ise kavunu, karpuzu, iki çatalı, bir bıçağı ve bir de sıcak pideyi özenle yerleştirdi. Benim için de ,gitti neredense bir sandalye getirdi, sanki ben onun gibi yere bağadaş kuramıyordum. Karpuzu ve kavunu kestk, ezan da okundu. Bu esnada herkesin gözü bize odaklı.Ağabeyim ellerini karpuz ve kavun dilimlerinle doldurdu ve çok sevdiği eski arkadaşlarının masalarına doğru gitti. Alem adam bu Ağabeyimiz, az daha yazmaya unutacaktım.Yanında bir sürü Atatürk portresi ve Onuncu Yıl Marşı posterleri de getirmişti o. Bunları gitti, gözüken yerlere, protokol sahnesine filan astı. Başka bir ilginç olay da yaşandı.Benim kimliğimi merak edip soranlara; “Arkadaş,Ankara’dan özel gönderilmiş, Tayip’in adamlarından, müfettiş yani!” demiş. Biraz sonra çeşitli fotografçılar benim de resmimi çekmeye başladılar. Ve böylece ben Tayip’in adamı oldum.Ağabeyimin dersi de bitmiş oldu.Boş sinimizi arkamıza yükledik ve evlerimizin yolunu tuttuk…

Mümin Topçu – dombira.eu

Reklamlar