Okula gitmeyen çocuklar – 2018
Tarih: 7 Ocak 2018
Yazan: Nedim AKIN
Konu: Bunalımın 2018 renkleri
VE ÇIKIŞ YOLU.
Bizde, “kuru kakasına muhtaç” sözü vardır. Tıpış tıpış gelmeyen ayaklar için söylenmiştir.
Biz hiçbir zaman hiçbir kimsenin kötü olmasını istemedik. Fakataltın kaplamalı yalanların altındaki küf kendini göstermeye başladı. Baharlar soluyor.
2018’ilk günlerinde Bulgar devletinin nüfus rakamları açıklandı.
2017’de 57 175 çocuk dünyaya gelmiş. Bu rakamın dili çok acı. 1945 yılından sonra yanı son 72 yılda Bulgaristan’da bir yılda bu kadar az çocuk dünyaya gelmemişti. Olay bir felakete işaret ediyor.
Sağlık Bakanlığı raporunda, 1 Ocak 2017 – 1 Ocak 2018 arası Bulgaristan’ın 28 ilinde dünyaya gelen çocuklar, 2016 yılında doğan çocuklardan 7 809 daha azdır. 2016’da 64 894 çocuk dünyaya gelmişti. Daha geri baktığımızda 2015’te dünyaya gelen çocuklar 65 970; 2014’te ise 67 585 idi. İstatistiklere bakılırsa son 70 yılda Bulgaristan’da en fazla çocuk 1950 yılında doğdu – 182 571 çocuk.
Bu karşılaştırmayı iller arası yaptığımızda 2017’de en fazla çocuk Sofya’da (15 262), ikinci yerde Plovdiv (Filibe) /6 511/ ve en az da Vidin ilinde (369) ile Yambol ilinde (377) dünyaya geldi.
2017 raporunda azınlıkların doğum oranına işaret edilmedi.
Bulgaristan’da doğumun çok azalması nedenlerinin arasında en önde şunlara işaret ediliyor: 1/ nüfusun fazla yaşlanması; 2/ doğum yapma çağındaki kadınların ekonomik sebeplerle ülkeden kaçması; 3) genç neslin sağlık ve sosyal durumunun doğum yapmaya uygun olmaması vb. Doğum yapanların yaşının 30’un üstünde olması da ayrı bir sorundur. Bütün Bulgaristan’da sadece 27 000 aile 3 çocuk sahibidir.
Öte yandan Bulgaristan’da kadın nüfusun azalma eğilimi yıldan yıla hız alıyor. 2001 yılında Bulgar İstatistik Enstitüsü verilerine göre, toplam nüfusun 4 milyonu bayanken, 2015’te bu rakam 3,6 milyona düştü yani 400 000 azaldı. 2020 yılında kadınların 100 bin kişi daha azalması ve 3.5 milyona düşmesi, 2070 yılında ise Bulgaristan’da kadın nüfusun 2.5 milyon kalması yanı son duruma göre, 1.1 kişi azalması hesaplanmıştır.
Avrupa Birliği nüfusuyla yapılan karşılaştırmalara bakıldığında 2015’ten 2016’ya kadar AB nüfusu içindeki Bulgar nüfus 51 925 kişi azalmış ve % 1,4 kalmışız. Bunun sebebi ise, yüksek ölüm oranıdır. Genlerimizde akrabalık bağları olan Bulgar milletinin gitgide hayat yolunun sonuna doğru yaklaşması biz Bulgaristan Türkleri için üzücü bir gerçektir.
****
Bu gerçekler Bulgaristan’da “sevda pınarının” kuruduğuna işaret ediyor. Çok acı bir gerçek. İnsansız kalmış bir memleketi vatan olarak sevmekse daha da acı.
***
Bulgaristan Cumhurbaşkanı Rumen Radev 2018 yılbaşı konuşmasında “halkın sırtına yapışmış açlık gömleğinden” söz etti. Avrupa ülkeleri arasında en yoksul olduğumuzu dile getirdi. Konuya değindi de, ülkemizde kurulan oligarşi-mafya rejiminin halkımızı alabildiğine sömürdüğünü, devleti rüşvetle soyduğunu ve hayat hakkımızı elimizden aldığını belirtmedi. Durumdan çıkış yolu göstermedi. Durumu en çarpıcı örneklerle halka anlatmadı.
***
Kuzey Batı illerimiz olan Vidin, Vratsa ve Montana ile Tuna kıyısına yerleşmiş Lom şehrinde Yılbaşında kapı kapı dolaşarak anket kağıdı imzalatan gruplar vardı. Basın bu anketlerin o illerde yaşamaya devam eden insanların Bulgaristan’dan idari ve hukuksal olarak ayrılmak ve Romanya’ya bağlanmak için imzalatıldığı açıkladı. İşin tuhaf tarafı ise, köyleri boşalmış, okul ve hastaneleri kapanmış, yolları, köprüleri 30 yıldan beri onarılmamış, tarım kooperatif binaları yıkılmış, tarım makineleri kesilip hurdaya verilmiş, geçim kaynağı sanayi tesisleri, küçük üretim işletmeleri kapanmış olan bu insanların ekmek parası için her sabah 2. “Tuna” köprüsü üzerinden Romanya’ya geçtikleri ve gece karanlığında döndükleri yılların gerçeğidir. Ne yazık ki, bu iki ülke AB üyesi olmasına rağmen, iki devleti ilgilendiren hukuksal ve sosyal düzenlemeleri birer birer çözmeye yanaşmadılar. Okul, eğitim, uzmanlaşma, sağlık ve emeklilikle ilgili birçok sorun henüz düzenlenmedi. Bulgar devleti bu gibi sorunları masaya yatırmaya yanaşmadı. Kitle hareketlenmesi gecikmeli de olsa artık başladı. Kuzey Batı Bulgaristan’ın yukarıda adı geçen üç ili idari ve hukuksal olarak Romanya’ya bağlanma eylem ve işlemlerine başladı. Gerekli imzalı dilekçeleri toplandı. Etnik kimlik olarak bu insanlar Ulah’tır. Birinci Dünya Savaşından sonra Bulgaristan’a göç etmişler, isimleri ve kimlikleri değiştirilmiş, okul ve diğer kültürel aydınlık ocaklarını açamamışlardır. Dalga geri dönüyor. 100 yıldan sonra Bulgar devletinden kopmak isteyenler aslında eritilemeyen, asimile olmayan Ulah kitlesidir.
***
Benzer bir sorun Dobruca da yaşıyor. Bilindiği üzere, 1919 yılında Paris yakınındaki Neuilly’de imzalanan ve Birinci Dünya Savaşı’nı bitiren barış anlaşması 1940 yılında Bukreş Antlaşmasıyla bozuldu. Güney Dobruca Bulgar Krallığına iade edildi. Nüfus değişimi yapıldı. İkinci Dünya Savaşından sonra bölgedeki etnik azınlıklar anadil, anadilde eğitim, öğretim, etnik kültür ve gelenekleri yaşatma gibi konularda asla nefes alamadığından dolayı bölgede ciddi sorunlar yaşandı. İsim değiştirme olaylarından sonra zulüm şiddetlendi. 1986’dan sonra etnik kitle hak ve özgürlükleri uğruna hareketlendi ve 1989Mayıs Ayaklanmasına ön saflarda katıldı. Yüzlerce kişinin hapis edilmesi ve zulüm görmesi halkın hiddetini göklere çıkardı. Romanya’da bazı siyasi çevreler bu nüfusun hak ve özgürlüklerinin, kolektif haklarının tanınmasında yeniden ısrar etmeye başlayınca, bölgede ezilen etnik azınlığa hak tanıma, sivil toplum toplumu oluışturma sorunları gündeme geldi. Dobruca’da yaşayan azınlıkların etnik ve kültür sorunlarının çözülmesi için ilk adımlar henüz atılmamıştır.
***
Bulgaristan’ın 2018 gerçekliğinde altın kaplamalı gösterişin ve Avrupa Birliği Dönem Başkanlığı parlayısının ardından sırıtan büyük bir gerçek daha var. Bu da “sokak çocukları” gerçeğidir.
Okul dışı olan bu çocukların gerçeğine “kazanılmadan kaybedilmiş bir geleceğin” herhangi bir yerine sıkışmayı düşünenler eylem halindedir. Onları geçindirmek için her Cuma annelerini camiler etrafında el açmış görüyoruz. “Ben sokak çocuğuyum abi!” diyenler artıyor. “Yani ben yardıma muhtacım abi!” anlamına gelen bu sözler her birimizin canını yakıyor.
İktidarda bulunan aşırı milliyetçi, faşizan zihniyetli, azınlıkların kör cahil, mesleksiz, geçimsiz, “getto-mahallere” kapanmış, devamlı polis gözetiminde bulunan, korku içinde yaşayan, özgürlük nedir bilmeyen, hak sözünü öğrenmelerine asla imkan tanınmayan ve halen Başbakan Yardımcısı ve “Etnik ve Demografi” Sorunları Devlet Komisyonunda Başkanı görevinde bulunan V. Stoyanov 2017 yılında Avrupa Birliği’nden ve Devlet Bütçesinden büyük paralar çimdikleyerek, belediyeleri, polis ve jandarmayı harekete geçirerek 2017 / 2018 ders yılı için azınlık çocuklarını okula toplamaya çalıştı. Eğitim bakanlığının yayınladığı rakamlarla gerçek duruma göz atalım:
2017 yılında okula gitmeyen öğrencilerin sayısı 206 378. Olağanüstü büyük bir rakam. Devletin bütün gayretlerine ve yapılan masrafa rağmen okula toplanabilen çocukların sayısı ise ancak 17 297.
Bu çok acı bir gerçektir.
Todor Jivkov’un zulüm döneminde de bu böyleydi. İşçi maaşları 120 leva iken, okula giden Çingene çocuklarının ana-babasına ayda 30 leva para veriliyordu. Üniversiteye giriş sınavında Orta (3) alan Çingen çocuklarının hepsini üniversiteye yazdırma kararı vardı. Bu karardan 1977 yılında Sofya Üniversitesinde Felsefe okumak isteyen Ahmet Doğan da yararlanabilirdi, ne yazık ki sınavda Zayıf (2) almıştı. Bu özel vurgulamayı yapmama neden şudur. Çingeneler yalnız bir Yüksek Okula yazılamıyordu: Hukuk Fakültesine; Psikoloji ve Sosyoloji okumaya. Bunun nedeni ise, hak ve özgürlüklerini savunabilecek, toplumdaki gerçek durumlarını öğrenmelerine imkân tanıyacak dersleri görmelerini önlemekti. İki, Çingen dilini de ana dil olarak okuyamıyorlardı, çünkü anadilin temelinde edebiyat, sanat, kültür ve uygarlık edinimlerinden istekleri olabilir ve etnik azınlık topluluğu olarak uyanabilirlerdi.
Bulgar Çingenelerinin henüz alfabesi yoktur. Onlar için yapılan yerel yayınlar Bulgar dilinde yapılıyor. Genel istatistikler değerlendirildiğinde Bulgaristan’da 8. Sınıfı bitiren öğrencilerden her on kişiden biri öğretimine devam etmiyor. Okuldan ayrılıyor. Kaydı olsa bile derse girmiyor. “Amadipe” adlı sosyolojik araştırma merkezinin yaptığı yılsonu sondajlarında ortaya çıkan gerçek, ders odasına toplanan 17 297 çocuk, daha önce hiçbir zaman okula ayak basmamıştır. Okula gitmeyi kabul etmeyen çocukların sayısı Sliven, Stara Zagora ve Plovdiv (Filibe) il ve ilçelerinde en yüksek iken, Smolyan (Paşmaklı), Gabrovo ve Vratsa illerinde okul dışı çocuk oranının en düşük olduğu ortaya çıktı. Aşağıdaki tabloda kırmızı renkle çocukların okula gitmedikleri, yeşil renkle ise okula bağlı oldukları illere işaret ediyor:
Ajansın yayınladığı sonuçlarda, çocukların okula gitmemelerine değişik nedenler gösterilirken, anne-babasının dış ülkeye iş aramak için yurt dışına gitmiş, birçokları çocuklarını da beraber götürmüş ve köy ve kasabalarında kalan çocuklar ise denetimsiz kalmıştır. Bazı ailelerin çocuğunu okula göndermeye parası olmadığı, okul giderlerini karşılayamadığı gibi sebepler ön plana çakılmıştır. Sofya Üniversitesi bilim adamlarıyla yapılan bazı söyleşilerden ortaya çıktığına göre, onlara göre ise, çocukların okula gitmek istememesine en büyük neden, en büyük engel, okulda çocuğun öğretmenlerin anlattıklarını ve ders kitaplarını anlamakta güçlük çekmesidir. Sofya Üniversitesi eski Rektörlerinden biri, bu konuda şu hususa işaret etti: “4 sınıfta bir öğrenciye İvan Vazov’un “Esaret Altında” romanını okutursanız, hem anlamaz, hem de anlatamaz. Okulda eski tarih çarpıtılarak okutulurken, son dönem tarihinden ise tek söz edilmemesi de kafa karıştıran bir gerçektir.
Bulgar okullarında eğitimin anaokulundan ve ilkokulun birinci sınıfından başlayarak Bulgarca olmasından dolayı etnik azınlık çocukları ana dillerini öğrenemezken, onlar için bir yabancı bir dil olan önce Bulgar dilini kavramaya zorlanmaları da büyük algılama sorunları yaratıyor. Sonuçta Bulgar toplumu üstüne meclis kürsüsünden açıklamada bulunan Bulgaristan Sosyalist Partisi (BSP) milletvekili Prof. Hristov’un belirtiği gibi, toplumun % 40’ı cahil, % 70’i okuduğunu anlayamaz durumda ve % 80’i de “debil” yani güçsüz zavallılar durumunaa bulunuyor. Bu çok acı bir gerçektir. Çünkü bu vahim durumun içinde bir de Bulgaristan Türkleri ve tüm Müslümanlar ve etnik azınlıklar vardır. Altın kaplama altındaki küflü gerçek budur. Ve bu gerçek bizim yarınlarımızı karartıyor.
Son 28 yılda Bulgaristan’da en büyük etnik azınlık olan Çingeneler arasından seçerek 686 genci doktor ve 1000 çocuğu da mühendis yapmak sorunlara çözüm olamıyor. Önce yoksul nüfusa iş göstermek, hepsini getto-mahallerden çıkarmak ve insan gibi yaşam ortamı ve kültürel gelenekleriyle yaşam ortamı yaratmak şarttır.
Araştırma Ajansı’nın çocukların okuldan ayrılmasına geçerli neden olarak gösterdiği, erken yaşta işe başlama, her köyde okul olmadığından ulaşım sorunları, erken yaşta evlenme gibi sorunlar biliniyor ve onların çözümü de sosyal ve ekonomiktir. Fakat bu nedenlerden hiç biri belirleyici değildir. Yarım asır süregelen uygulama Çingene ana-babaya 20-30 leva verip de çocuğun okul sorununu çözme yaklaşımının yanlış olduğunu defalarca kanıtladı. Azınlıkların yaşamında son 50 yılda değişen hiçbir şey olmaması buna kanıttır. Şimdiki durumda azınlıklar Bulgar sorun uzağında, her hangi bir köşede kalmış ve kendilerinden bir şey beklenmediğini biliyorlar.
Kuşkusuz, gerek iktidardaki faşizan güçler, gerekse bakanlıklardaki görevliler her yıl yeni yeni öneriler sunarak bu sorunlara sözde çözüm önermiyorlar. Çözülmeyen sorunlar her yıl aynı yeni bir şiddetle çözülmemiş olarak ortaya çıkıyor. Bu ne zamana kadar böyle devam edecektir? Cahil kalan Çingene Türk Tatar ve Pomaklar modern toplumda yalnız hademelik ve temizlik mi yapacaktır. Biz topluma entegre olmadan Bulgar toplumu ileri adım atabilir mi?
Başta eğitim ve sağlık gibi sorunlar çözülmeden demografi sorunu çözülemez.
Azınlıkların doğurmasından korkan Bulgar toplumu kendisi üreyemez.
Geleceğinden korkan Bulgar kavmi yeniden üretim sorununu çözmeden toplumda öncü olamaz.
Etnik ayrımı ve özekileştirmeyi seçen bir toplum kendi esir düşme dehşetinden kurtulamaz.
Çözüm bekleyen sorunların başında gelense Bulgar devletinin ülkede çok etnikli, çok dilli, çok dinli, değişik kültürlü bir azınlıklar topluluğu yaşadığını kabul etmesi gelir. Azınlkıklara kültürel otonomi tanıyabilmek için tek dilli ve tek ulusu Bulgar devleti kurma hevesinden kesinlikle vaz geçmelidir. Bulgar devletinin güç kaynağı ancak çok etnikli, çok dilli ve çok kültürlü buluşmadır. Bu konuda söz, dava ve eylem birliğidir.
Balkanlarda devlet kurma geleneği olan 2 uklus vardır.
Bunlardan biri Türkler, öteki de Bulgarlardır. Bulgaristan ortamında aralarında gen bağları olan bu iki ulusun birleşme yolunu bulması ve birbirine saygıda eksiklik bırakmadan güç kaynaklarını ve gelecek ufkunu açma zamanı gelmiştir.
Çöküp yok olmaktan tek kurtuluş yolu budur.
Paylaşmaya unutmayınız.