Bizim kovanların balı acı değildir. Acı bal da nereden çıktı? Hafta sonlarında Çatalca’daki bir arkadaşımın köy evindeydim. Kız kıza sonsuz sohbetlerimizi uzatırken, erkekler avluda körükleri temizliyor, bıçak biliyor, kovaları yıkayıp kurutarak petek bozumuna hazırlık görüyordu.
Öğleden sonra çıktık. Bu gölge köylerinde Kuzey Bulgaristanlı çok göçmen haneleri var. Köy kenarındaki çeşmeler, köy içindeki kuyular, dibek taşını andıran özel yontulmuş kuyu başları, zincirlerin takılış biçimi ve bakır çengellerindeki su kapları ve daha kadar birçok şey bizim Vatan havasını kendiliğinden anlatıyordu.
Osmancık köyü kanarasındaki kuyunun kapağını kaldırdım ve suyun aynasına uzun uzun baktım. Kuyu taşlarlı yosunlu, duvarlar ıslaktı. Buya bakarken içinde bir ejderha aradım. Kuyunun dibinde şakıyan suda güneşten başka bir şey görünmese de ben son dönemde Türkçe okuduğum Rus klasiklerinden Lev Tolstoy’un “Ağzımı Tatlandırmayan Bal” hikâyesini hatırladım. Aslında Tolstoy öyküsüne bir başlık atmamış, “herkesin bildiği bir masal” demekle yetinmiş olsa da, bende çok çağrışım uyandıran bu kuyu hikâyesi üstüne düşündüklerimi sizinle paylaşmak istiyorum.
Konumuz özgürlüklerimizdir.
Tolstoy konuya şöyle girer. Bir adam serseri serseri dolaşırken bir ayıya rastlar ve ayı kendisini kovalamaya başladığında canını kurtarmak için bir kuyuya atlar. Benim kapağını açıp içine baktığım koyunun dibindeki su aynasında güneş vardı. Fakat klasiğin anlatımındaki kuyunun dibinde ağzını açmış ve çiğnemeden yutmak için kurbanını bekleyen bir ejderhanın kocaman sivri dişleri vardır. Ayıdan kurtulmak için kuyuya atlayan adamcağız bu korkunç dişleri görünce yosunlu taşların arasından uzanan bir dala yapışır ve ortacıkta takılı kalır. Rus klasiğinin kahramanı yukarı tükürsen bıyık aşarı tükürsen sakal misali, yukarı baksa ayı, dibe baksa ejderha dişlerini görür ve asılı kaldığı dala daha sıkı yapışır da, bu durumu göre birkaç sıçan adamın kurtuluşunu kıskandıklarından dalın kökünü dişleriyle kemirmeye başlar.
Bu durum bizim göz bebeğimiz olan Hah ve Özgürlükler Hareketi (HÖH – DPS) partisinin ya da başka bir değişle nice mücadeleden sonra elde ettiğimiz özgürlüklerimizin son durumunu dile getirmiyor mu? 2014 başlayalı bağlaşık ve iktidar katında ortak olduğumuz Bulgaristan Sosyalist Partisi (BSP) HÖH partisine, Türklere, İslam dinine, Baş Müftülük taşınmazlarına, vakıf mal ve mülklerine, ardından da biz soydaşların serbest seçme ve seçilme, oy kullanma haklarımıza saldırdı. AB seçimlerine katılmamızı engelledi. Gelişmelerin gösterdiği üzere, 25 Mayısta bir milletvekili de biz soydaşlar çıkarsaydık, o zaman HÖH partisi GERB partisinden sonra 5 milletvekili ile 2. Yerde olacak ve Bulgaristan’ı AB Parlamentosunda 2. güçlü parti olarak temsil edecekti.
Kuşkusuz bu değişiklik Bulgaristan iç ve dış politikasında yepyeni bir durum sergileyecek ve güçler dengesini de tamamen yenilemiş olacaktı. Bulgaristan’da etnik azınlık olmadığını iddia edenlerin aksine HÖH – DSP’den 5 milletvekilinin AB Genel Kurulunda yer alması kafaları tamamen karıştıracaktı. Böylece politik varlığımız ve durumumuz, hak ve özgürlük davamız tamamen ve uluslararası alanda legalleşmiş olacaktı. Yeni durumda özgün etnik haklarımızı talep etmemiz kolaylaşacaktı.
Sözü uzatmadan belirtmek istediğim nokta şudur: BSP HÖH partisinin zaferinden korktu. Bu nedenle HÖH partisine karşı iktidar eliyle ve yan kışkırtmalarla yeni saldırılar başlattı. Neticelerin olumsuz olması, Bulgar kamuoyunda değişikler isteyen, açık ve gizli ırkçılığı ret eden bir tabaka oluşmaya başladığına, halkın gerçekten demokratikleşme istediğine bir işaret de olabilir. Yeni işaretler bu yönde BSP partisi Başkanı S. Stanişev’in “zorunlu oy kullanma isteğini gündeme getirmesi” sinsi niyetlerinden vazgeçmediğini, yenilgiden ders almadığını gösteriyor. Masalda kuyuya düşen adam örneğini daha dikkatli okursak, acaba BSP “ben seni yiyip bitiremedim ama sana yaşama hakkı da tanımayacağım ve ejderha senin hakkından mutlaka gelir” mi anlamı çıkıyor!
HÖH-DPS partisi son aylarda BSP kontrol ve güdümünden çıktı sanki.
BSP’nin insan haklarını kısıtlayarak kendisine muhalif olanları ezme ve herkesi sımsıkı kendine bağlama politikası da HÖH-DPS partisinde tepki buldu. Erken “seçime zorunlu katılma” isteği insan haklarını ve özgürlükleri kısıtlayıcı bulundu. HÖH partisini ve kısmen de olsa elde ettiğimizi zannettiğimiz özgürlüklerimizi kör kuyuya itip orada ejderhaya yem etme planları gerçek hayal kırıcı bir komplodur. Ne pahasına olursa olsun ayakta kalıp iktidar olmayı planlayan sosyalistler için “dostlukların” değeri olmadığı göründü.
Bu politik benzetmede kuyunun dibinde, suyun içinde ağzı açık bekleyen ejderha GERB partisi ise, BSP’nin sinsi hainliği de gün yüzüne çıkmış oldu. Bir AB ülkesi olan Bulgaristan’da BSP partisinin partizan, sosyalist emek kahramanları ve parti sekreterlerinden oluşan seçmen tabanının hayat hakkı olmadığı, bu politik gücün miyadının dolduğu artık göründü. Bunu kanıtlayan büyük gerçekse, genç sosyalistlerin S. Stanışev’e yüz çevirmesidir.
HÖH – DPS partisini kurban eden BSP’nin çıkarı ne olabilir? Yalnız Türk ve Müslümanlardan hınç ve öç almak yeterli olabilir mi? Bulgar seçmen BSP partisine Türk, Pomak ve Müslüman Çingenelerle işbirliği, müttefiklik, iktidar ortaklığı yapıyorsun diye mi oy vermedi? Uyanan ve değişen kamuoyu ve toplumun bedelini biz mi ödeyeceğiz? Türk ve Müslümanlar da Bulgarlar kadar Bulgaristan vatandaşıdır. Tüm vatandaşlar eşit haklıdır. Milliyetçilik ve ırkçılık uygusundan ayamayanların yolu kesilmelidir!
Yapılması kaçınılmaz olan erken parlamento seçimlerinde, yarım milyon Bulgaristanlı Türkün Türkiye’de bulunduğu ve Bulgaristan’daki Müslüman ailelerden en az bir iki kişinin de Batı Avrupa devletlerinde işte olduğunu dikkate alınarak BSP ve GERP gibi iktidar hevesli partiler HÖH –DPS partisini küçültmek, milletvekili sayısını azaltmak, Türklerle hükümet ortaklığı planlarını suya düşürmek ve Müslüman Hıristiyan bağlaşıklığını baltalamak için yeni bir stratejik plan yapmış olabilirler mi? AB devletlerinde milliyetçiliğin yeniden tırmanması ve Rusya’nın da Kara Denize doğru yayılmak için birçok şeyi göze almış olması, bu gibi sinsi planları doğrulayıcı niteliktedir.
Tolstoy’un masalındaki adamın tutunduğu dalın kökünü kemiren sıçanların, bize karşı en büyük hainliği yapmaya her zaman hazır olan Bulgar milliyetçiliğini “Ataka” ve V. Siderovları ve benzerlerine işaret ediyor. Onların büyük bayramı, dal kopar ve adam ejderhanın ağzına düştüğünde başlayacaktır.
Bu arada, çok susayan ve sabah serinliği ile dalın yapraklarından kayan damlaları diliyle yakalamaya çalışan masaldaki adam, damlalara can suyu, bal damları gözüyle baksa da, ağzına düşen damlaların bal zahiri, acı bal olduğunu hissetliğinde hayal kırıklığına uğrar. Tolstoy masalında dalda sallanan adamı kuyuya düşürmez ve ejderhaya kurban etmez, ayının kuyu başından uzaklaşması ve adamın tırmanarak kuyudan çıkma yolunu açar. Klasik yazar insan ümidini, özgürlük emelini yaşatır.
Bu anlatımda Bulgaristan Türkleri olarak bizim gerçekliğimizi görmemek elde değil.
Biz arkadaşımla hiç kimsenin kuyuya düşemeyeceği bir şekilde kapağını kapadık, zincirini bağladık ve köye dündük. Bal makinesi çıkırdık gibi dönüyor ve kurnasından bal akıyordu. Tattım. Bal bal gibiydi.
Neriman Eralp
Reklamlar