“Todor Jivkov düşmez, dünyayı birbirine katan rejim yıkılmaz” diyenler vardı. 10 Kasım 1989’da devrildi.
DEVRİM diyenler oldu. Millet birbirine düşmedi, pis kan akmadı, yani devrim değildi.
Sonra EVRİM dediler. Değişerek yenilenen bir şey olduğu dikkati çekmedi.
DARBE demek isteyenler oldu, oda tutmadı, çünkü patlayan silah yoktu.
ZORLAMA veya DAYATMA olabilirdi.
Olan biten, KOMÜNİST PARTİ içinde bir görev değiştirme şeklinde kendini gösterdi.
Bulgaristan Komünist Partisi (BKP) kâğıt üstünde kapatıldı.
Komünistler hemen sosyalist oldu. Sosyalistlik pek beğenilmedi. Sosyal-demokratlık iyidir, dediler ve dünyaya kabul ettirdiler.
Komünist Partisi baletleri toplanacak dendi, toplayan olmadı. Kimse kimseye borçlu kalmasın diye komünistlerin partiye ödediği aidatlar geri verilecek dendi, onları da veren olmadı. Herkesin eli kendi cebinde, bilinci kendi kafasında kaldı.
Eski olan her şey temizlenecek dendi, kafataslarını açıp içlerini temizleyen bir kahraman çıkmadı.
Emekli komünistler Nikolay Ovstrovski’nin “ÇELİK NASIL SERTLEŞTİ” romanını yeniden okumaya başladı. Küflü peynir kaliteli olur misali 24 yıldan beri küfleniyorlar.
Onlarda yeni nitelik arayan yok. Eskiden bedava yemeye alışmış olan şimdiki yaşlı katman için özel yemekhaneler açıldı, fiyatlar onların cebine göre ayarlandı. Bu yerlerde gazete okumak parasızdır. Sigara içmekse yasaklandı.
PARTİ KURUCULUĞU kitabını elden düşürmeseler de değişen hiçbir şey olmuyor.
Şimdi modern örgütlenme işleri cep telefonlarına yüklenmiş, okunan eski eserlerde ise, elektronik sözü yok. Yaşlılar, yani “devrim” yaptık duygusuyla yaşayanlar yeni hayatla kesişemiyorlar. Kesiştikleri anlarda, yeni günler onlara yol vermiyor, “algoritmanız eskimiş,” diyenlere cevap bulmak da zor, çünkü aralarında algoritmanın ne olduğunu bilen yok.
Siz artık hiçbir işe yaramazsınız, rahatınıza bakın diyenlere diyecek söz bulmak zorlaştı. Çareyi mahzende yıllanmış şarap aramakta bulanların ise yedekleri tükenmek üzereymiş. Hepsinin elinde kala kala bir tek emekli maaşı kaldı, o da yetmiyor.
Bizde, at yarışı ve iddia oyunu olmadığından rızıkları gibi şansları da kapanmış artık.
Zaten olacağı buydu. En güzel filmin bile sonu var.
10 KASIM 1989’DA NELER OLDUĞUNU İNSANLARIN YARISI ANLAYAMAMIŞTI, çünkü aynı gün meydana gelen başka büyük bir olay yani BERLİN DUVARI’NIN önce delinmesi ve ardından da yıkılması dünyayı sarstı.
Sarstı, çünkü bu duvarın ÇİN DUVARI gibi ebedi olduğunu kabullenmiş olanlar vardı.
Aynı gün meydana gelen bu iki olayı yani bizdeki parti içi darbe ile koskoca Berlin Duvarı’nın yıkılmasını birbirine bağlayabilenler parmakla sayılacak kadar azdı. Sosyalizmin tüm kalelerinin birden zincirleme çöktüğünü ilan etmek, bir gazeteci için kötü sonuçlar doğurabilirdi.
Artık 24 yıl sonra, Bulgaristan’da Nikolay Barekov’un SANSÜRSÜZ BULGARİSTAN hareketi güç toplamaya başladı. Genelde herkesin her şeyi bilmesi, hele halkın bol bol bilgilendirilmesi tehlikelidir, çünkü yoksul ve bilgisizleri yönetmek çok daha kolaydır.
Bu hareket şimdi neden güçlenebiliyor biliyor musunuz?
Çünkü insanlarımız dünyanın dört bir yanında meydana gelen olayları öğrenirken birbirine bağlamak ve dünyada cereyan eden süreçleri kavramak, genel geçerli ve özellikli yasaların ve süreçlerin etkilerini takip etmek istiyorlar da ondan.
10 Kasım 1989’da hem T. Jivkov’un düşmesi, hem de Berlin Duvarı’nın itilmesi birbirine sımsıkı bağlı olan iki olaydı, bir zincirin iki halkasıydı.
Çöken sosyalist sistem, totaliter rejimler, yenilenemeyen üretim ilişkileri, kanatlanamayan kültür, bilim ve istenen refah düzeyini sunamayan bir yaşam tarzıydı. Berlin, dünya merkezlerinden biri olduğundan, o zaman Federal Almanya ve Demokratik Almanya olmak üzere, ikiye bölünmüştü. Almanya’nın birleşmesi gündeme geldi, bu niteliksel hamlenin tüm dünyada pek çok şeyi etkileyeceği, yeni süreçler başlatacağı ortadaydı. Bundan dolayı Berlin ve Almanya’da olup bitenler, tarihsel önem bakımından, Todor Jivkov’un koltuğundan kaymasından defalarca önemliydi.
Yıkılan duvar üzerinde çalıp oynayanlar vardı.
Bizde ise, Jivkov düştü diye ne çalan ne oynayan, ne de çörek dağıtan oldu. Yıllar sonra bir kozmetik rütüş olduğu ortaya çıkan bizdeki olaya sevinenler olsa da, insanımız hemen “yarın ne yapacağız?” derdine düştü.
Parti ve devletin başına yine geri dönerlerse korkusu ağır bastı.
Hepimizi 35 yıl ezen totaliter rejime alışmış olanlar, bundan böyle her gün ezilmezsek, anamızdan emdiğimiz süt her gün burnumuzdan getirilmezse, ne yaparız gibi, bir endişeye düşecek kadar afallamışlardı. Düşündükçe batanlarsa çoğunluktaydı.
O zaman, Bulgaristan’da yaşayanların yarısı olayı duymadı, iki kişiden biri de, ne olduğunu tam olarak anlayamadı. Eski hamam eski tas, gece işlerine devam edenler iyi sonuç aldı.
31 Aralık 2012 istatistiklerine göre, son 23 yılda Bulgaristan’da 1 milyon 780 bin çocuk dünyaya geldi. Bir buçuk milyon genç ise ülkeyi terk etti. Bizim dış ülkelere gidip çalışarak kazanmamız ve eve para göndermemiz iyi karşılanırken, bize de gelenler oldu, onları sinemize sindiremedik, konukseverlikle kabul edemedik ve yarım insan olduğumuz ortaya çıktı, üstelik misafir ağırlamaya dünyadan para dilenerek rezil olduk.
24 yıl önce Bulgaristan’da meydana gelen ve ülkeyi sarsan en büyük olay, Todor Jivkov’un BKP MK Genel Sekreterliği ve Bulgaristan Cumhuriyeti Devlet Konseyi Başkanlığından indirilmesi değildi.
Yerinden oynatan yarım milyon Türkün ülkeyi terk edip Türkiye Cumhuriyeti’ne gitmesi oldu.
Türklerin elini işten çekip yola düşmesiyle Bulgaristan ekonomisinin kalbi durdu, üretim sendeledi ve birkaç yılda çöktü. Tarım ve sanayi üretimi yüzlerce defa azaldı, yoksulluk taht kurdu. Şimdi Bulgaristan Avrupa Birliği ülkeleri arasında en sefil durumda bulunuyor. Türklerin göçüyle Bulgaristan dış ticaretinin suyu çekildi. Dünya ile alış veriş felç oldu. Gemilerle, trenlerle, TIR kamyonlarıyla yapılan alış verişimiz el çantasına düştü.
Sofya’ya Moskova bile sırt çevirdi.
Hemen ardından GEÇİŞ DÖNEMİ başladı. İleriye gidişimizi, geri vitese taktık. Niyetimiz, adı baskı ve terörle, adaletsizlikle damgalanan totaliter rejimden, demokratik düzene, pazar ekonomisine, insan haklarına saygı gösteren ve düzeni yasal çalışan bir topluma geçecekti.
24 yıl sonra “geçiş dönemi bitti,” dediler. Nereye geçtiğimizi ve neden bittiğini fark edemedik. Bitmemişmiş, biraz daha geçeceğiz diyenler oluyor.
Belki de hala geçiyoruzdur ama biz farkına varamıyoruz, bu da olabilir.
İşbu dünyanın güneş ve mihveri etrafında dönmesi gibi bir şey, fark edilmiyor.
“Dönen adam düşer” diyenler oluyor, hem düşmekten hem de nasıl kalkacağımızı bilmediğimizden, halk korku içindeydi. Nasip olur da, hafif geçiştiririz, derdine düştük. Geçsek ne olur ki? Geçtikçe batıyoruz.
Bu yıl 10 Kasım 1989’un yıldönümü pek anılmadı, çünkü her yıl biraz daha azalan yaşlılar, artık kimisi görme, kimileri de işitme özürlü olduğundan, bir de şu HUZUR EVLERİNDEN çıkmak problemli olduğundan olacak, toplanıp kadeh tokuşturamadılar.
Bunun da nedenleri var tabii, doktorlar onların hepsine içki yasağı koymuş, yasaklı olmayanlarsa kahve içemez, şeker hastalığı olanlar pastaları seyredip göz banyosu yapıyor, şu Amerikan içecekleri var ya, coca cola, pepsi cola gibi onları da emperyalist içecekler olduğundan zaten eskiden beri içmiyorlardı.
Makbule geçen içecekler arasında bitkisel çaylar rağbette, hele ballı “menta çayı” çok tutuluyor. Ne var ki, Bulgar kültüründe eksik yanlar da yok değil, örneğin çayla “ŞEREFE!” denmiyor.
Araplarda kahve ile “ŞEREFİNİZE!” demek çok makbul. Ömür boyu rakı şarap kadehi devirmiş olan bu yaşlılar çaya bu bakıma rağbet etmiyorlar. Zamanlar değişiyor ve ayak uydurmak lazım ama uydurabilirsen tabii.
Dönüşüm diye gösterilen yer değiştirmelerine tepkili olan bugünkü Üniversite gençleri 10Kasım günü 24 Üniversite ve Yüksek Okulda boykot uyguluyordu. Bu boykotlara öğrencilerden sadece % 10’u katılırken, toplam sayıları 1.800 olan öğretim üyelerinden 600 kişinin derse girmediği açıklandı. Bulgar üniversitelerinde “okusan da ne olur, okumasan da, hep aynı!” havası hâkim.
Üniversitelerden çıkanlar gerçek hayata, üretime enerji taşıyamıyor, çünkü okunan derslerde, ders veren hocaların sunduğu bilgide, hayat sorunlarına çözüm getiren sihir yok. Üniversiteliler sanki diploma almaktan ve hayata atılmaktan korkuyor.
Devlet içinde reform yapılması için bugün görev alan 700 000 memurdan 200 000’ini sokağa atmak şart olmuştur.
Eskiden 50 kişiden biri yüksek tahsilliydi, şimdi 70 kişiden 50’si yüksek öğrenim diplomalı ve daha fazlası işsizdir. Bunlar genellikle demokrasi koşullarında dünyaya gelmiş ve yetişmiş gençlerdir. Anne babalarının can sıkısı onlara geçiyor ve onlar da hedefi olmayan direniş eylemlerine kalkmakla stres atıyorlar.
Bu yılki anma törenini ekran başında geçirenler de oldu.
Konuşacaklarını 50 yıldan beri bitiremeyen İvan Garelov, Kevork Kevorkyan gibi paslanmış gazeteciler kravat takmış halen stüdyolardaydı. Garelov, T. Jivkov devrildikten birkaç ay sonra onun Cumhurbaşkanı koltuğuna oturan ve “Boyana” Sarayı’na kurulan büyük demokrat D-r Jelyö Jelev’le söyleşi yaptı. Eski bir komünist olan Jelev’in demokrat olmasına neden, komünistliğin atalarından Vladimir İliç Lenin’in madde (meta) tanımında eksiklik bulması oldu. Lenin’in noksan yanını açıklamak isteyen o zamanın genç ve hevesli bilim adamı J. Jelev, madde tanımı üstüne mütalaasıyla kendisini profesör yapacaklarını sanmıştı.
Ne yazık ki, olmadı, büyük adamların eksikliklerini göstermek “günahtan” da kötüydü ve o gerçekliği daha yakından tanıması için, eşinin köyüne soğan kazmaya gönderildi ve orada 11 yıl bu işte iyice ihtisaslaştı.
Yıldönümü akşamı TV programına çıkan Jelev saf bir demokrat olarak, 24 ayar saf bir gerçeği dile getirdi. “Bulgaristan Türklerinin 1989 Mayıs İsyanı totalitarizmin çökmesinde ve Todor Jivkov’un devrilmesinde sonuç belirleyici rol oynadı” dedi.
Biz de şunu ekliyoruz, son durumu ve genel niteliği, tüm icatları sahte bile olsa, HAK VE ÖZGÜRLÜKLER HAREKETİ’NİN kurulmasıdır.
Bulgaristan Cumhuriyeti politik yaşamında rol almasıdır. Türk, Pomak ve Müslümanların politikaya bağımsız ve başına buyruk bir subje olarak katılmalarına yol açılmasıdır. 19. ve 20. yüzyıl birikimlerimizle 20. yüzyılın sonunda ve 21. yüzyılın başında gerçekleştirdiğimiz en büyük başarı, emsalsiz bir erdem, kutlanmaya değer bir kazanım işte budur.
Biz, 10 Kasım 1989 ‘un önemini bu nokrada değerlendirmek zorundayız. Bulgaristan’da kalan ve orada yaşayan Türk, Pomak ve tüm diğer Müslümanların tek bünyede birleşmeleri ve dünyadan kopmuş bireyler olarak değil, birbirine kenetlenmiş bir halk topluluğu olarak politika sahnesinde rol almaları, demokrasiye geçiş döneminin en büyük getirisidir. Vazifemiz derin karanlık içinde halkımıza nur olmaktır.
Tabii bu yıldönümünde susanlardan biri de iktidardan düşen ve bir daha Başbakan koltuğuna oturabilmesi ihtimal dışı olan Boyko Borisov’tur.
Onun bu 24 yılda Bulgar politikasına olan katkısı, yeni seçimlerin büyük bir olasılıkla yapılacağı 2014 Mayıs ya da Ekimi’nde seçmenin demokrasiyi ilerleterek daha da yerleştirme yönünde değil, Avrupa Birliği mi, Rusya mı? Yönünde olmasına neden olmasındadır.
Aslında Bulgar Bunalımının derinliğindeki sızı, Rusya’dan kopamama ve Batıyla kaynaşamama şeklinde tanımlanabilir. İkilim bu nokradadır. Biri ileri biri de geri çeken bir toplumun yol alması ise 24 yıl sonra bile imkânsızdır.
Demokrasi koşullarında özellikle 2013 Şubatında patlayan protestolarda bir de, 10 Kasım 1989 olayı ile ilgili diyecek sözü olmayan, REFORMCU BLOK oluşumu belirdi.
Lider çıkaramayan ve kesin politik hedef belirleyemeyen bu hareket, daha tescilini yaptırmadan ve ilk kurultayını toplamadan saf seyrelmeye başladı.
Çünkü Bulgar kitle hareketlerinde yinelenen yani kendini tekrarlayan bir eylem izleniyor, sokaklara dökülenler sözde hep en güçlü militanlar, en hiddetli olanlar, öncü nitelikliler, emsalsizler, özel olanlar, eşleri olmayanlar, daha akılı olanlar, daha karizmatik, daha yakışıklı, daha Avrupalı olanlar da, bunlar hep HALK KİTLELERİYLE, SEÇMENLERLE HİÇBİR BAĞLANNTISI BULUNMAYAN kişilerdir.
Benzer örneğin en iddialısını Demokratik Güçler Birliği (CDC) daha 1990’da gösterdi, balon gibi şişti ve ilk rüzgârda patladı. Bu öyle bir tabaka ki, ülkemizde yabancıymışlar gibi tavır alıyorlar.
Hangi reformu yapacakları belli değil, çünkü ne yapacaklarını bilmiyorlar.
Tabii artık geleneksel olmaya yüz tutmuş oluşumlar da yok değil. Kasım 1989 yıldönümünde kamuoyu önünde beyan veren HÖH temsilcisi olmadı. Hak ve Özgürlük için tankların üzerine çıkan Bulgaristan Türklerinin şanlı savaş tarihini anlatan da bulunmadı.
Susmak, unutturma kapısının anahtarıdır. İsyandan söz etmek, yeni başkaldırılara eşik olur düşüncesi ağır bastı. Olabilir ya, bu defa HÖH Başkan Yardımcısı ve Meclis Başkan Yardımcısı Hristo Biserov’un açıklanan yüz karası işleri durumu etkiledi, görüşündeyim.
Aslında isyan etmemizle neden olunan 10 Kasım 1989 anmasında suskun kalmamız politik sahnedeki rolümüzün azalmaya başladığına bir işaret olarak algılandı.
Tüm bunların 24 yıl önce meydana geldiğini Özgürlük ve Onur Partisi Başkan Yardımcısı Kasım Dala da hatırlatmakta yarar olabilir.
Türkiye’deki soydaşlarımız “kafası kırılası” Todor Jivkov’un devrilmesiyle başlayan süreçlere çok yönlü aktif katılmaya devam ederken, 24 yıldan beri mayası tutmayan, Bulgar demokratikleşme süreçlerinde, unun da bir daha elenmesi gerektiği görüşünde birleşmiştir.
Reklamlar