Yazan: Raziye ÇAKIR
Konu: Bilginin sırrı okumakta saklıdır.

Her yılın 24 Mayıs günü Bulgaristan eğitim, kültür ve İslav yazım günü olarak kutlanır. Bu kutlama, IX. yüzyılın sonlarına doğru bulunan ve X. ve XI. yüzyıllarda devlet ve dini belgelere giren Alfabe Günü törenidir. Kiril ve Metodiy kardeşler tarafından yaratılan bu yazımda önce 44 harf varken, bugün Bulgarcada yalnız 30 sesli ve sesiz vardır. İlk zamanlar bu alfabede her harf bir söz andırıyordu.

Günümüzde Kiril Alfabesi Bulgarca ve diğer İslav dillerinden başka Kazak, Kırgız, Tatar vb dillerde de kullanılıyor.

Kiril Alfabesinin bulunuşu Bulgar topraklarında ilk defa 22 Mayıs 1813’te; 11 Mayıs 1851’de Filibe’de (Plovdiv) kutlanırken, 1857 yılında İstanbul’da Haliç kenarındaki “Ts. Stefan” kilisesinde de tören düzenlenmiştir. 1863 yılından başlayarak 11 Mayıs Bulgar Alfabe günü olarak Şumen, Sofya, Lom ve Üsküp’te düzenli olarak kutlanmıştır.

XVIII. yüzyıldan başlayarak, Osmanlı İmparatorluğunda Bulgarların KİLİSE BAĞIMSIZLIĞI mücadelesi başlamıştır. Bu davada Kiril ve Metodiy kardeşlerin getirdiği ruhsal aydınlık,  kilise olarak Rum Fener Patrikliğinden kopma davasında önemli rol oynamıştır.

Daha sonraki yıllarda komitacılığın da gelişmesiyle Hristo Botev’in yazdığına göre, Alfabe günü törenleri Bulgar bağımsızlığı sembolü haline gelmiştir. Gitgide Alfabe törenleri okul ve kilise kapılarından çıkıp bütün halkı kucaklayan ulusal bayrama dönüşüyor. 1872’de  Doğu Ortodoks Kilise bağımsızlığına kavuşan Bulgarlar, Rum papazları manastır ve kiliselerden kovup  okullarda ve kilisede  Kiril harfleriyle yazıp okumaya başlıyor. Osmanlı Tazminattan sonra (1839) Bulgarlara kendi ana dillerinde ilkokul, ortaokul ve lise kurmalarına göz yummuş, “Rila Manastır“ı gibi en büyük aydınlık ocaklarını inşa etmelerine para vermiş ve kilise ve manastırlara geçimini sağlamaları için vakıf  mülkü sahibi olma hakkı tanımıştır.

1878’de Bulgar Prensliği kurulması ve Osmanlı topraklarından kopmasından sonra Kiril ve Metodiy bayramı,  bir taraftan okul bayramı olarak kutlanırken, aynı zamanda Makedonya ve Edirne yöresindeki Bulgarlar arasında Osmanlı yönetimine karşı Bulgarlık mücadelesi günü olarak korunuyor. Özellikle belirtilmesi gereken husus, bu anma törenlerinin Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra yeni bir güçle ve milliyetçi ruhta alevlenmesidir.

1916’da Bulgarlar “Grigoryan Takvimi“ni kabul etmiştir. Bu takvime göre, Alfabe günü 24 Mayıs olarak kabul edilirken, 1969’da Bulgaristan’da kilise ve devlet anma günlerinin birbirinden ayrılmasıyla, kilise törenleri yine 11 Mayısta yapılmaya devam etmiştir.

30 Mayıs 1990’da meclis kararıyla 24 Mayıs Ulusal Bayram ve tatil günü ilan edilmiştir.

Demek oluyor ki, Osmanlı döneminde Bulgarların dini bayramlarını ve Bulgar okullarının da Alfabe Günü kutlamasına Padişah ve yönetimi asla engel olmamıştır. Bulgar anı kitaplarında Diyarbakır’a sürülen Bulgar komitaların da Kiril ve Metodiy gününü anmasına engel olunmamıştır. Dil ve din azınlıklarına her zaman ve her yerde hoşgörülü yaklaşan Osmanlı, azınlıkların kendi dillerinde yazıp çizmesine, okuyup yaratmasına büyük bir anlayışla yaklaşmış ve ilk Bulgarca gazetelerde İzmir ve İstanbul’da okurlarına kavuşmuştur.

Bugün Plevne’deki  1977-78 Osmanlı Rus Savaşı Panoramasını ziyaret edenlere sunulan geniş anlatımda, bu yörede Osmanlı döneminde Bulgarca ders veren 323 köy ve kasaba okulu olduğu, manastır ve Kiliselerde Bulgar dilinde ayin ve dua edildiği anlatılır. Üstüne bu şehri basan Rus İmparatoru ordularından kaşan Hristiyanların, Papaz başkanlığında aralarında 3 torba altın toplayıp “ama bizi şu barbarlardan koruyunuz” ricasıyla Osman Paşaya verdikleri anlatılır. Türk ordusu çekilirken, Osman Paşa aynı Bulgar heyetini çağırmış ve “biz çekiliyoruz, altınlarınızdan yarım torbasını hastane ihtiyaçlarına kullandım, diğerleri orada duruyor, alın!” demiştir.

Bu hatıralar, şanlı tarihimiz, öykülerimiz, Osmanlı çekilince topraklarımızda kalen kalelerimiz 2 binden fazla büyük camii, medrese, okullarımız, hamam, bezensen, köprüler, mezar taşları, türbeler, çeşmeler vb bizim bugünkü Türk Müslüman kimliğimizin omurgasıdır. Evlatlarımızın ana dilimizi, örf ve adetlerimizi, ananelerimizi, ahlakımızı, dinimizi, kendi alfabemizde okuma yazma öğrenmesi, halk sanatımıza sahip çıkmaları ve onu yaşatmaları, halk geleneklerimize ve devrimci mücadelemize, davamıza, şehit ve kahramanlarımıza sahip çıkması son derece önemlidir.

Türk kimliğimizin 1878’den sonra ulusal devlet kurma hırsına kapılan ve tüm diğer etnik azınlıkları asimile etme, Hristiyanlaştırma ve Bulgarlaştırmaya heveslenen Bulgar Çarları ve komünist totaliter zümreyle ağır ve çileli savaşım içinde gelişmiştir. Bu davamızın ana özellikleri arasında, kitle göçleriyle kan kaybetmemiz,  halen nüfus olarak yaşlanmamız, 70 yıldan beri okulsuz bırakılmamız, 1970’lerden sonra dalgalı ama gaddar, acımasız baskı ve terör saldırılarına hedef olmamız, hırpalanmamız, kışkırtılmamız ve  maddi ve manevi ağır yaralar almamız yer aldı. Çok ağır bir gerçek de şudur. Bize zulmetmiş bir devletten medet ummayı, yardım beklemeyi gururumuza yediremiyoruz. Çok büyük kayıplar verdik, yaralarımız kapanmadı, sızılar devam ediyor. Türk kimliği mücadelemizi köreltmek, söndürmek ve yok etmek bugünkü Bulgar idaresinin ana hedeflerinden biridir. 1990 yılı başından beri, ayrım siyasetinin derinleştirilmesinde ve Bulgaristan’da yaşayan Türklerin “siyasi köleler” durumuna getirilmesinde ifadesini bulan bu ikiyüzlülük, bu küstahlık HÖH lideri Ahmet Doğan ve siyasi polisin yetiştirdiği kadrolar tarafından “Bulgar Etnik Modeli” gibi “ölü doğmuş” bir siyaset çizgisiyle dayatılmaya çalışılıyor. Kıdemli aydın ve öğretmenlerimizden Mehmet Hoca’nın 2 yıl önce Kırcaali’ye bağlı Podkova (Balabanlar) militan köylüleriyle görüşmesinde yüksek sesle söylediği üzere, “Bulgar Etnik Modeli” siyaseti ve bir hainler grubu olan  Hak ve Özgürlükler Partisi HÖH – DPS zamanını doldurmuştur.

Burada şu noktalara işaret edilmesi yerinde olur.  Herkes bizim çocuklarımızı Türkçe derslerine salmadığımızı, “benim çocuğumun Türk dili okumasını istiyorum” dilekçesini doldurup, her yıl Eylül ayında Okul Müdürüne vermediğimizi öne sürerek, Türk Dili öğretmeni tayin etmiyorlar. Bunu yapmayın lütfen. Ana dilini bilmeyen bir çocuk hayal edemez, düşünemez, yarın hiç bir işe yaramaz. Biz memur olacak olsak, ilk soru nedir: “Sen hangi dilde rüya görüyorsun? İkincisi ise, “Sen hangi dilde sayıyorsun?”  Biz bunları ana dilimizde yapmazsak, ileri tek adım atamayız. Anadilinde hayal etmeyen, rüya görmeyen, sayıları bilmeyen, toplayıp yazamayan bir Türk evlat, kendini işsizliğe mahkum ediyor. Çingene çocukları hepimize örnektir: Çingene dilinde sayılar yok, Bulgarca rakamlarla konuşuyorlar ve % 90’nı işsiz. Burada ana olan, anadilini bilmeyen bir kişinin düşünemez bir kişi olduğu gerçeğinin tüm medeniyetlere yerleşmiş olmasıdır. Bu iş nerede öğrenilir, okulda. Ama bizim okullarımız yok.

Biz artık kesinlikle gördük ve inandık ki, ne Ahmet Doğan haini, ne yaşadığı o tilki inindeki yardımcıları, ne mecliste saat 12 olsun da 10 köfte yiyeyim diye beklerken ağacı sulananlar, HÖH milletvekilleri  ne de Bulgar partilerinden herhangi biri bizim okul, ana dil, eğitim gibi sorunlarımızı asla çözmek niyetinde değildir. Bu yolda tek esaslı adım atmamışlardır. Bu bakıma Bulgaristan demokrasisi sahte, aldatıcı “demokrasi“dir. Öyle olmasa haklarımız, özgürlüklerimiz  tanınır ve biz de mutlu olurduk. Şimdi yaz gelsin de öğrencilerimiz otobüsle 2 haftalığına Türiye’ye kamplara gitsin de Türklük, anadil, Türk kültürü havası koklasın diye bekliyoruz. Bu, Türklüğün büyük ateşini yakmamıza yeterli olabilir mi?

İlmi Allah dileyene, malı da dilediğine verir!” diyenler haklıdır. Bize kapanan aydınlanma, okuma, bilgilenme kapısını biz kendimiz kırmalı ve açmalıyız. Bizim kutsal kitabımızdaki ilk buyuru: Oku! der. Okumazsan bizden değilsin anlamına gelir. Türk kalmak, Türk olmak, Türk olarak yücelmek isteyen her kişi önce OKUMALIDIR. Hepimiz her gün okumalıyız. Öğrenmek, kazanmak, mutlu olmak  isteyen her kişi okumalıdır.

Bunu yapmazsak evlatlarımız karanlık kuyuların en derinine düşecek, biz Avrupa’da en cahil, yüzde yüz kör cahil bir halk topluluğu olmaktan kurtulamayacağız. A.Doğan ve  etrafındaki ajan çetesinin vazifesi bizi kör cahil, kimliksiz ve bilinçsiz bırakmaktır. Onlardan her biri evlatlarını dış ülkelerde okuttular. Onların çocukları gerçeği gördüler ve Bulgaristan’a dönmek istemiyorlar. Bu büyük gerçeğin adı FELAKETTİR! Eski kıtanın en cahil ülkesinde yaşamak YÜZKARASIDIR. Biz buna laik değiliz. O kadar çok kötüledikleri Osmanlı, Bulgarların gözünün açılması, okumaları, kendi dinleri olsun, aydınları yetişsin diye para dökmüştür. Onlara ekip biçmeyi, öğütüp un ve ekmek yapmayı9, ev dikmeyi öğreten biziz de “başımıza gelene bak“. Adam yetiştireceklerine hain eğittiler ve bizden “siyasi köleler” yapmayı başardılar.  “Ver oyunu, ne yaparsan yap!” oyunundan kurtulmalıyız. Bizim onlara oy vermemiz sorunlarımıza çözüm olmuyor. Bataklık daha da derinleşiyor.

Bulgaristan’da karanlık perdesini kaldırmak bizim hepimizin öz görevimizdir.  Biz bunu bir defa 1953’te yapabildik, kendi okullarımızın lambalarını yaktık. Kendi kitaplarımızı yazıp her kardeşimize dağıttık, okuttuk;  anadilimizde gazete ve dergiler bastık; gönül sesimizden sanat, Bulgaristan Türk edebiyatı yarattık; 100’den fazla şair kitaplar doldurdu;  uzun ve kısa hikayeler,  romanlarımız bizi anlattı. Dr. İsmail Cambazov Baş Müftülüğümüzün tarihini; Doç. Dr. İbrahim Yalamov  Bulgaristan Türkleri Tarihini vs. yazdılar, ansiklopedilere  kapak olduk. Dünya bizim var olduğumuzu böyle öğrendi. Türkçe okuma yazmayı hecelemeden, öğrenmeden, her gün anadilimizde okumadan, dinlemeden, konuşmadan, şarkı türkü söylemeden, şiir okumadan bu yol alınamaz, yokuştur ilerleyemeyiz, solup yok oluruz…

Bulgarların alfabe, aydınlanma, eğitim, kültür bayramını kıutlarken kendimiz için çok üzüldüm.
Okumak istersen eliften başla!
Size bu uzun yazımla söylemek istediklerin aşağıdaki iki cümlede gizlidir. Anahtarı da bir virgüldür!
OKU, BABAN GİBİ EŞEK OLMA!
Bulgar bayramı da olsa. Önce Bulgarlara Bayramınız kutlu olsun.
Paylaşmayı unutmayınız

Reklamlar