Şakir ARSLANTAŞ
Tarih: 13 Mart 2017
Konu: Akla koyduksa yaparız. Fakat kandırılmaya tahammülümüz yok.
DPS-ci değiliz ama “İyi Polis” oyununa da gelmeyelim.
Soydaşlarımızdan olup değişik nedenlerle üç ay içinde bir defa giriş çıkış yapma ve yılda ancak 6 ay Türkiye’de kalma kuralını ihlal etmiş olanlar hiçbir engelsiz ve sınırda ceza ödemeden geri dönüp 26 Mart 2017 erken genel seçimlerine daimi adres kayıtlarının bulunduğu yerde katılma ve oy kullanma fırsatından yararlanabileceklerdir. Böyle bir fırsat kendilerine daha önce de tanınmıştı. Bu kategoride olup fırsattan yararlanacak 5–8 bin civarında. 13 Mart itibarıyla Bulgaristan’a akış başlamış bulunuyor. Süreç 2 hafta gibi bir zamana yayılmıştır. Bulgaristan vatandaşı olan Türklerin memleketlerine dönüp oy kullanma hakkını kullanma kararı, Bulgar makamlarınca ve beyin yıkama mekanizmasınca sert tepkilerle karşılanıyor. Aşırı sağcı uydurma haber yayma merkezleri, Bulgar diplomasisi ve askeri dış istihbaratından küflü hançerler ve FETO hainlerinin Sofya’da eski “Zaman” gazetesi etrafında nefes almaya devam eden imam Ömer birlik oldular ve Bulgaristan Müslüman Türk seçmenin serbestçe oy kullanmasına ağır saldırılarda bulunurken baskı yapıyorlar. Almanya ve Hollanda kaynaklı Türk düşmanlığından esinlenen Bulgar ırkçılığı yeniden şahlandı. Böylece Avrupa aslında kendi sonunu gelmesini hızlandırıyor.
Seçim için memlekete akım başladı.
Kişisel araçlarla 4 – 5 kişi, otobüslerle 40 – 50 kişilik gruplar geliyor. Seçim vurgulu politik bir aktifleşme ve gruplu etkiden sonuç elde etme çırasını bu defa Türkiye Cumhuriyeti Çalışma ve Sosyal İşler Bakanı Sn. Mehmet Müezzinoğlu İstanbul’da göçmen dernek ve federasyon başkanlarıyla görüşmede yaktı. O, görüşmede ilk kez olmak üzere, Bulgaristan’daki “Dost Birliği” seçim olgusunu bir Türkiye tasarımı olarak tanıttı. Bu tasarımın lideri, 17 Aralık 2015’te HÖH parti Genel Başkanlığından atılan, şimdiki DOST Genel Başkanı Lürfi Mestan’dır.
Beklenen dalga.
1989 Büyük Göçünden beri biriken potansiyeli kucaklayan bu dönüş dalgasının toplam kapasitesi 720 bin kişidir. Ne kadar derinde güç alırsa alsın yeni hareketlenen dalgalar sahile % 10 gibi bir kapasiteyle döner. Bu bakıma bizim beklentimiz, daha gerçekçi bir yaklaşımla, 20–30 bin seçmenin Bulgaristan’a dönüp oy kullanmasıdır.
Geri dönenlerin üç ana ödevi var.
Bir) sınırdaki ceza takıntısını aşmak,
İki) yakınlarıyla buluşup dertleşmek ve
Üç) 27 Mart seçimlerinde oy kullanmak.
Ailesine dönen bu defa Bulgaristan’ı daha da çökmüş, daha da parçalanmış ve tanıdıklarını daha da sefil buluyor. İnsanlarımızın Türk Bulgar, Müslüman Hıristiyan, işçi ve işveren, DPS-ci ve DOST-cu olarak, Avrupa Birlikçi, Moskofcu ya da Türkiyeci olarak gruplara bölünmüş olması birbirimizi etkisiz kılıp, saf dışı bırakmamız, hatta felce uğratmamız anlamına geliyor. Ofis, otobüs taşlama, milletvekili adayı pörtlerini yırtma, konuşurken adayları yuhalama, ıslık çalma, karşı tarafın bayraklarını sallama vs birbirimizi yok etmek istememizin, sebebi olmayan bir hesaplaşmanın alevleridir.
Şu satırlarımı dikkatle okuyunuz lütfen.
Türkiye devlet çıkarlarının “DOST Birliği” fırlamasının seçim eylemleriyle ne kadar örtüştüğünü söylemek oldukta güçtür. Bazı şeyleri zamana bırakmak yerinde olur kanısında olsam da, bazı hatırlatmalarda bulunmayı gerekli buluyorum.
Son 30 yılda bu menfaatler köklü değişiklik kaydetmedi. Hak ve özgürlüklerimizle, anadilimizde eğitim, kültür haklarımız ve geleneklerimize göre yaşamak bu isteklerimizin başında geliyor. Hak ve Özgürlükler Partisi bu istekleri gerçekleştirmek için kurulmuştu ve Türkiye Cumhuriyeti de o zaman bu hareketi ve davamızı destekledi.
1990’da Bulgaristan’da her bir Türk hak ve özgürlükçüydü.
Zulüm yıllarında kurulan ve örgütlenen 28 illegal ve yarı legal örgüt yöneticisi Ulusal Dirilişimizden doğan partinin başına halk tarafından seçilecek bir liderin geçmesini istiyordu. Şimdi kendisine “hain başı” dediğimiz “saray kurdu” Ahmet Doğan’ın Hak ve Özgürlükler Hareketi lideri olmasını açıkça isteyen, “başkası olmaz” diyen bir tek kişi vardı. Rahmetli….idi. 1990’lı yılların başında o Türkiye Cumhuriyeti Sofya Büyükelçisiydi.
Şimdi de aynı sahne tekrarlanıyor mu?
Kendisi Bulgar gizli servisin bilinen (kartonlu) ajanı olan Lütfi Mestan ve daha 4 ajanın (dosyalı) “DOST Birliği” seçim listesinden 44. Sofya parlamentosuna girmesi için Türkiye’den oy taşıyoruz. Allah’ım bana zeka ver de bazı şeyleri artık anlayabileyim!!!
Soruyorum:
Türkiye Cumhuriyeti devletinin çıkarları ile “DOST Birliği” çıkarları hangi noktalarda örtüşüyor?
Cevap:
Avrupa Birliği ve NATO derseniz, hatırlatıyorum: 2004’te NATO’ya HÖH partisinin de katıldığı Sakskoburggotski hükümeti zamanında üye olduk. Avrupa Birliği’ne ise 2007’de HÖH partisinin de katıldığı Sergey Stanişev kabinesiyle alındık.
DOST partisinin 2016’!da kurulduğu dikkate alındığında, DOST partisinin NATO ve AB siyasetine katkısını göremiyoruz, çünkü bu siyasetin temelleri daha önce atılmıştı.
“DOST” ajanları meclise taşıyor.
“DOST Birliği” nin seçim ortağı olan Halkın Şeref ve Demokrasi Partisi (HŞDP) ise, Ahmet Doğan’ın dosyalı ve ajan olarak ödüllendirilmiş bir kişi olmasına tepki olarak HÖH Genel Başkan Yardımcılığından ayrılan Kasım Dal ve HÖH milletvekili Korman İsmailov tarafından kuruldu. 2017’de (HŞDP) başkanlığına seçilen Ajan Dosyaları Milli Komisyonu Başkan Yardımcısı Orhan İsmailov ise, Türkiye’de oy kullanacak soydaşlarımızın oylarıyla milletvekili olmayı hesaplayan Lütfi Mestan ve daha 4 ajan dosyalı arkadaşının 44. meclise girmeye çalışmasını protesto edip, isimlerinin silinmesini istemiyor. Şahsi görüşümü beyan ediyorum. Bu çamurun birkaç defa süzülmesi gerek…
Kandırılmayalım.
İnsanların psiholoşik yapısı aynıdır. Üzerlerine topluca telkinde bulunma olasıdır. İnsanın kandırılması mümkündür. Bulgaristan Müslümanlarına “DOST” telkini aynı siyasetçi (Mehmet Müezzin oğlu) tarafından ilk kez geçen yıl Kırcaali Ramazan beraberliğimizdeki konuşmasında yapıldı. Kesinlikle inandığım kişisel kanım bu işin bir rejisörü (yöneticisi) olduğuna işaret ediyor.
Geçen hafta Bulgar spor yazar ve gazetecilerinden Mihail Delçev’in yeni çıkan “Yönetilen Dünya” kitabını okudum. Uzun yıllar Doğu Avrupa ülkeleri spor gazetecileri birliği başkanı da olan Delçev , “Bulgar toplumunda her şeyin yönetildiğini yazıyor” ve fikrini birkaç örnekle destekliyor:
Misal 1: Bulgar totosunda art arda 2 tiraj aynı rakamlar kazandı.
Misal 2: Bulgar lig karşılaşmalarında netice belirleyen goller her zaman son 10 dakikada atılıyor.
Misal 3: Dipten tepeye ve hatta UEFA Başkanına kadar bütün futbol liderleri rüşvet mahkemelerinde yargılanıyor.
Yazar Delçev siyasetin de aynı şekilde yönetildiğine işaret ediyor.
Bulgaristanlı Müslümanların kafasına vura vura dayatılmak istenen nedir?
Birçok araştırmacı yazar göz doldurma ve kulağına koyma yönteminin Bulgaristan etnik azınlıkları üzerinde 1946’dan beri uygulandığını yazıyor. “Geçiş Döneminde” (1990 – 2017) bu yöntem azınlıkların sulandırılan zekâsında ikilik yaratılarak onları biçimlendirme (istenen modele sokma) şeklinde uygulandı. Başı bükük olan insanlarımızın beyni yıkanmaya çalışıldı.
HÖH partisinde bu bilgisiz bırakma veya yanlış bilgilendirme işlerini 20 yıl boyunca milletvekili, meclis grup başkanı, komisyon başkanı ve parti genel başkanı sıfatıyla Lütfi Mestan yönetti. İnsanları tamamen düşünemez hale getirmek için Mestan meclis kürsüsünden okuduğu konuşmalarda, basın toplantılarında % 70 anlaşılmayan, Bulgar dilinde halkın anlayabileceği bir anlam taşımayan terim, kavram ve değimler kullandı. Onun için insanlarımız “subje”, kaderimiz “konsept”, çilemiz de “konstant” idi. Anlaşılan o hafıza boşaltıp beynini yıkama işinden ters sonuç elde edileceğini öngöremiyordu. Dilli yasaklanmış, okulu kapanmış, onun yönettiği eğitim etkinlikleri yıllarında bir tek Türkçe kitap basılmamasının, tehdit ve cezalandırmaların bir gün ters tepeceğini düşünemedi.
Mestan’ın beyin yıkama çabalarından şu sahne asla unutulamaz:
Bulgaristan Sosyalist Partisi (BSP) Başkanı Stanişev ile Hak ve Özgürlükler Partisi (DPS) eski Başkanı Mestan bir defa insanlarımızı otobüslerle Sofya’ya taşıdılar. Düzenlenen “Kartal Köprü” mitinginde “geçmiş geçmişte kalsın, tüm suçlarınızı bağışladım” diyen Mestan isimlerimizi değiştiren, binlerce Türkü hapislerde çürüten ve ardın yurdumuzdan kovan komünistlerin varisi Stanişev’i öptü. Ne var ki, ardından gelen daha ilk seçimde 120 bin seçmenimiz oyunu Bulgaristan’ın Avrupa Üyeliği için Vatandaşları (GERB) partisine kaptırdı.
Bulgaristan Türklerini sürekli sıkıştırarak düşünemez duruma getirme gayretlerinden birisi de onları sürekli parçalamaktır. Halkımız “bölünmede hayır vardır” dese de dünya psikoloji bilimi, bölünüp parçalanan ve ayrı düşen toplulukların düşünme kabiliyetini yitirdiğini iddia ediyor. Bizde bu uygulama 1878’den sonra devalarca uygulanırken, totaliter sosyalizm ve “geçiş dönemi” yalanı yıllarında parçalayarak dağıtma yöntemine çok sık başvuruldu.
1946’dan sonra 1950 ve 1976 göçlerinde, iç sürgünlerde parçalanmamız yetmezmiş gibi, 1989 “Büyük Göç”ü tüm ailelerimizi param parça ederken, gurbetçilik çilesi geldi. Maddi yetersizlikle ruhsal sıkıntı içinde birbirimize kenetlenmiş görünsek de manevi hayatımızın suyu sıkıldı. Ötelenip itilirken nefes almaya çalışıyoruz. Trajik durumdayız! 1989 Mayıs İsyanı örneği yeni bir kıpırdanışın patlamaya vesile oluştuğunu izleyen ve özellikle de 2014 seçimlerinde Sofya dışında Türk azınlık topluluğunun ilk kez başına buyruk hareket ederek, o zaman Genel Başkanı Mestan olan, Doğan konsept çemberini kırıp İsperih ve Blagoevgrat’tan meclise kendi temsilcilerini gönderenler dikkat çekti. Parti içi başkaldırı iyi örgütlenmiş ve L.Mestan yönetimine karşıydı. Son 3 yılda Türkler yeni tutumlarını korudu. Hatta yeni hava daha da sertleşti.
Olayları yakından izleyip yöneten (reji) “üst akıl” bu defa da gecikmedi. HÖH partisini yeniden parçalayarak, kitle homurdanışı supabına basıp durumu sakinleştirirken, Türkleri susturup yakınında tutmak için karşılarına “iyi polis” çıkardı. İyi polis hem Türkiye’de hem de Bulgaristan’da çalışacaktı. Planda kitlenin HÖH’ten koparılması ve HÖH kadrolarının aforoz edilmesi de vardı ki, bu da bilinçli kitlenin hem fiilen hem de ruhsal parçalanmasına götürüyordu ki, sonunda düşünemeyenler artacak ve pes edeceklerdi. Türklerin birbirine düşmesi “üst akla” puan kazandırıyor ve tümünden kurtulma yolunu açıyordu.
Bir Bulgar atasözü “yakında duran hiç bir şeyi göremez” der. Lütfi Mestan ve arkadaşları da taşraya, camilere, anıt mezarlarında anma törenlerine, taşra kör sofralarına yani halk arasına gönderildiler ve oraya gömüldüler, yanı düşünemez hale getirdiler. Bulgarcası anlaşılmayan Mestan köylülere Türkçe konuşunca hafızasından sadece 126 söz çıktı ve bu taşlarla kuş vurulamayacağını o da kısa sürede anladı ve otobüslerle hoparlör taşımaya başladı.
Naziler başı Hitler’in halkı etkileme psikolojisini iyi bilen Bulgar, ses analizi yaptı. Konuşan kişinin tenor sesli olduğunu tespit edince, baskıyı kaldırdı. Çünkü yüksek sesle konuşan bir kişinin anlattıkları hiçbir kimsenin kafasında hiç bir iz bırakmadığını biliyordu. “Dost!” “Dost!” “Dost” nakaratıyla çalınan marş ise, Bulgarların beklediği çağrıydı. Türkler yedikleri dayakları unutmuş, zulmü bağışlamış ve o derece sıkışmışlar ki “Dost” arıyorlardı. 1982’de böyle bir dönem artık yaşanmıştı. Askeri darbe yapan General Kenan Evren’i Pakistan’dan sonra konuk eden diktatör Todor Jivkov olmuştu. Sofya görüşmesinde “buradaki Türklerle başım dertte, çok ürüyorlar” diye yakınan Jivkov’un aldığı cevap şu olmuştu: “Eti senin, kemiği benim!” Bu gidişle yeni fırsatlar doğuyor. Yeni baskıları başlatma zamanı geldi gibi…“İyi polis” vazifesini yerine getirdi. Artık büyükçe ve şeritli bir madalyayı hak etti…
Bu planlar daha önceleri Mehmet Hoca, Güner Tahir, Osman Oktay ve Kasım Dal-Korman İsmailov tiplemelerinde denendi, ama büyük ölçekli uygulamaya konamadı.
Mestan ve arkadaşlarına kişisel hırsla aşılanan daha büyük hedefler şunlardır.
Bulgaristan Türklerinin çifte vatandaşlığını geçersiz kılmak.
720 bin Bulgaristanlı Türk’ten kesin ve ebediyen kurtulmak.
Bu plan bu defa Moskova ile değil AB Brüksel merkezlerinde görüşülmüş ve kafaya konmuştur. Çok yakına kadar fırsat kollanıyordu. Mehmet Müezzinoğulu’nun yaktığı çıra Bulgar milliyetçilerinin yolunu aydınlattı.
Art arda yanlışlar yapan Mestan – Türk marşı, Türk bayrağı, ezan sesi, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinde kişisel dava, yabancı diplomatik misyonlardan destek arama gibi adımcıklarla Bulgarin yeni saldırılarına kapı aralayabildi. Büyük kazan bugün yeniden kaynıyor
Bu gidişle buhar kapağı kaldıracak ve çorba taşacak…
Oy kullanmak kişisel tercihtir. Henüz bir panik izlenmiyor. İnsanlarımız olgun hareket ediyorlar. Dalga ilk kez sakin sakin geri dönüyor.
Olayı, kapalı salonda film seyrederken “bomba” ya da “yangın” dendiğinde insanların ne olduğunu sormadan, hiç düşünmeden kalkıp kaçmasına benzetemeyiz. Bu, Bulgaristanlı Türklerin kendi seçimini özgürce yapabilmesi eğilimini güçlenerek ortaya koyduğuna yeni kanıttır. Bu gelişme memleket sevgimizin yaşadığına da en büyük delildir. Bulgaristan vatandaşı ve dolayısıyla Avrupa Birliği vatandaşı haklarımızı elimizden almak isteyenlere en büyük tokadımız bu seçimlerde de bilinçli ve hür seçim hakkımızı birlikte kullanmamız olacaktır. Sandıktan ne kadar kalabalık çıkarsak o kadar güçlüyüz. Bizi çok seçimler ve uzun yollar bekliyor. Sandık başında görüşmek üzere.
Şuna da dikkat edelim. Bulgar “sığınmacı dalgası” diye bir yaygara koparmaya çalışıyuor. Türkiye’den giren her kişiyi “sığınmacı” sanmamasına da yardım edelim. Biz 720 binlik bir orduyuz. 500 binimiz oy kullansan ve bir milletvekili için 20 bin oy gerekli olsa bizim Sofya meclisinde 25 sandalyemiz olmalıdır. Bağımsız olsak bile kocaman bir meclis grubu oluşturuyoruz. 25 milletvekili Bulgar meclisinde 3. siyasi güç demektir…
Şunu da unutmayalım. BİZ İKİNCİ SINIF VATANDAŞ DEĞİLİZ!
Lütfen paylaşınız.