Raziye Çakır
Bulgaristan Türküleri’nin geçmişteki seçkin gazeteci ve yazarı Mehmet Behçet Perin 1923 yılında kaleme aldığı “Bulgaristan Müslümanları” eserinde “Bulgaristan Müslümanları en büyük, en ebedi ve dehşetli felaketi dilsizlik, dinsizlik ve okulsuzluk (bilgisizlik) yüzünden görecektir” demesi hiç de tesadüfü değildir. Çünkü dil deyince, her şeyden önce her milletin kendi anadili akla gelir. Bazı bilim adamları hayat deneyimlerine dayanarak, anadilini iyi bilmeyen, başka dilleri de mükemmel öğrenemez düşüncesini savunmaktadırlar. Bizim anadilimiz ise çocukluğumuzda ailemizden, ana ve babalarımızdan ve soyca bağlı olduğumuz toplumdan öğrendiğimiz Türkçemizdir. Düşündüklerimizi, yaşadıklarımızı ve duyduklarımızı en iyi onun vasıtasıyla ifade etmekteyiz.
Bulgaristan’da yaşayan kardeşlerimiz bu yıllarda 100 kişiden fazla yazar ve şairden bir yaratıcılar ordusu oluşturdu düşünce ve yaratıcılığın en silinmez vasıtası olan yazımızı kullanarak, Bulgaristan Türklerinin kültür gönderimiz olan kendi edebiyatlarını oluşturdu.
Şair ve yazarlarımız Bulgaristan Müslüman Türklerine her konuda ve her zaman sert tepki verdi.
İşte zulüm yıllarından seçtiğimiz bir şiir çelengi:
Sabahattin BAYRAM
Adımı Elimden Aldıkları Gün
Gözlerimi yitirdim
Renkler kana boyandı ışık karışığında
Doruklar düzlüğe dönüştü
Sesim sokaklarda tutsak
Onurum kamburum oldu
Gözlerimi yitirdiğim gün.
Gizlerimi yitirdim
Issız yörüngesinde döndü yürek
Sevgilerim kalıverdi karanlık pusularda
Silinince geçmişe geleceğin anlamı
Hangi dilde ağlayıp
Hangi dilde güleceğimi
Anılarda dostlarımı nasıl bulacağımı bilemedim.
Gizlerimi yitirdiğim gün
İzlerimi yitirdim
Gizemli bir boşluğa gömüldü zaman
Öz saygımın burcundan yıldızlar kaldı
Türklüğüm prangalı
Mezarında babam bile yabancı oldu bana
İzlerimi yitirdiğim gün
Gözlerimi yitirdim
Gizlerimi yitirdim
İzlerimi yitirdim
Adımı elimden aldıkları gün.
Ömer Osman ERENDORUK
“Türkiye’nin Sesi” Radyosu
Aracılığı İle Oğlunu Arayan Ana
Tel tel dağılan siyah saç gibi indi gece
Istırap sokaklarda kol gecen bir bilmece
Bir oda dolusu genç ihtiyar kadın erkek
Susuyorlardı kutsal dua dinlercesine
Sözcü konuştu ağır ağır inlercesine
Dinleyenler soluğu kesmişti ürpererek
Radyo çatırdıyordu titrek bir sesle çın çın
Doluştu kulaklara bir kadın sesi hırçın;
“Ben dokuz yüz yetmiş beş geçmeni Selver Esin
Doğumum Mestanlı’nın bir köyü babam Yüksel
Evladım ortalarda kalmıştın on yıl evvel
Canciğer yavrucuğum sağ mısın neredesin?”
“Bir tek haberciğini aldık bulanık duru
Sözde seni kurşuna dizmiş Bulgar Gavuru?…
Kadının hırçın sesi değişti yavaş yavaş
Odaya acı bir ses doluyordu ağlayan
Bazı sözler fısıltı kimileri çağlayan
Artık dinleyenlerin gözlerinde yol yol yaş
“Evlatçığım sağ isen…diye devam etti ses
…İki satır yazı yaz üçüncü satıra kes…”
Ananın cızıl sesi tir tir titredi kinden
“Oğlum Türklüğün için öldürürlerse seni
Yüce Allahımdan güç dileneceğim yeni
Öcünü alacağım ergeç Bulgar itinden…”
Mustafa MUTLU
İnsanoğlu
Sabahlara seviniyordu İnsanoğlu
Yaşanası mutluluk emeliyle
Toprağa, suya, güneşe seviniyordu
Ve şükürler ediyordu Allah’a öz diliyle
Geldi cellât,
Konuştuğu dilini aldı İNSANOĞLU’NUN
“Caz” etti yüreği, kan ağladı,
Bütün varlığını dağıttı kül gibi
Gelecek günlere bel bağladı.
Geldi cellât,
Ardadan adını da aldı İNSANOĞULU’NUN
Gözlerinde eridi tüm umutlar,
Yer bulamıyordu kendine insanoğlu
Kanında hareket var, kavga var…
Sonra yollara, meydanlara döküldü İNSANOĞULU
Haykırdı güçlü sesiyle, varlığına inandı,
Şifa aradı, derman aradı, hak aradı,
Çünkü her şeyden önce
İNSANOĞLU İNSANDI!…
Murat Kerim HOCA
Belene Zindanları
Acayip karanlık olur hücreler, ilk uğrak
Vahşi canavar bekliyordu, BELENE son durak
Ne suç işlemiştik biz, masum fertler
Ne ile ödenir, o kanlı işkenceler, eziyetler.
Kırılmadı, tek bir arkadaşımın o, inançlı ruhu
Direndik, mücadeleden bıkmadık,
Bekledik doğacak güneşi
Kükledi hep kaynadı birlik duygularımız
Her birimizin başı dik, alnı ak, yıkıldı umudumuz.
Recep arkadaşımın morarmıştı vücudu ağır dayaktan
Ama o, kolay lokma değildi ki,yudulsun ayaktan
Bir gün hücrede alnım secdede, öğle vakti
Gardiyan şaşkın şaşkın,
Hemen kanlı copu boynuma dayattı.
Davamız kutsal, şerefli, kimse döndüremez
yolumuzdan
Yalanlar, iftiralar boşa gider, yok edemezler
Kimliğimizi
Ellerimize kelepçe de vursalar, ayaklarımıza elektrik
De verseler
Boynumuza ip de çekseler, Türklüğümüzden asla
Vazgeçiremezler.
Fariz KULGU
Dinsiz Bulgar
Bulgaristan’da, bilhassa Kırcaali’de zorla isimleri
değiştirilerek sürgüne gönderilen din kardeşlerimizi
hunharca şehit eden Jivkov’a yazılmıştır.
Dinimiz İslam, yolumuz haktır
Kalbimiz temiz, gönlümüz paktır
Hiçbir dinsizden korkumuz yoktur
Dokunma dinimize dinsiz Bulgar
Köylere saldırıp zulüm yaparsın
Biliriz seni puta taparsın
Dindaşlarımıza silah sıkarsın
Dokunma Türklere dinsiz Bulgar
Anne, baba, çoluk çocuk hepsini
Dinle biraz vicdanının sesini
Herkes gibi bir de kendi nefsini
Yokla bir az dinsiz Bulgar
Ne ezan okuttun ne de Kur’an
Bunca köyleri eyledin viran
Elbette çıkar bir hesap soran
Verirsin hesabı dinsiz Bulgar
Farisem vicdanımın sesini yazdım
İçimdeki kini kâğıda dizdim
Vallahi Bulgar’a çok kızdım
Kızdırma bizi dinsiz Bulgar
Stefan VASİLEV
Ayrılık
Bu şiiri Deliormanlı dostum Mehmet’in
1989’da anlattıkları doğurdu.
Ortalığı seller aldı,
Bir yâr sevdim eller aldı,
Didiyorum bu diyardan,
Keder içime hançer saldı.
Başımızda coplu polis,
Korkudan titreriz hepimiz
Gamla doldu içimiz
Düzenimiz yasılı kaldı.
Dua ettim Allah’ıma
Haber gönderdim balıma,
Allah kısmet ederse
Dönerim tekrar vatanıma.
Kaolinovo’yu bastılar
Tüm işlerimizi yastılar
Silahlar patlayınca
Ortalığı sarstılar
Adımızı şanımızı,
Evimizi malımızı
Kırdı, yıktı yapımızı
Terk ettirdi vatanımızı…
Bavram DURBİLMEZ
Kükreyecek Türkler
Eser alev alev bir Kızıl rüzgâr
Balkan Dağları’ndan Tuna’ya kadar
Mutluluğa hasret körpe çiçekler
Bu kızıl diyarda katar katar
Yakıldı, yakıldı binlerce hane
Vahşi Bulgar zulme doymadı yine
Cehennem gibidir Türk’e Belene
Füze zannederler minareleri
Sahte isim vermek tek çareleri (!)
Tecavüze uğrar soylu duygular
Saldırır Türklere Rus fareleri
Kükreyecek Türkler zulme bir gün
Kendi öz yurduna koşacak Sürgün
Hürriyet sevdası büyür içimde
Yarın daha parlak doğacak hür gün
Coşar elbet bir gün hüzünlü Meriç
Dayanır mı sele bir yığın kerpiş?
Komünist uşağı, ey gafil sansar!
Türk anası Bulgar doğurur mu hiç?
Yahya AKBULUT
Ocak 1985
Bir cehennemdi 1985’in Ocak ayı
Bir kabus sessizliğin içinde.
Bitmeyen hüzün çaresizliğin peşinde,
Yüreğim acılarla kelepçeli, paramparça.
Sırtımda meşale, ateşten gömlek.
Yükselen kin ve nefret gözlerimde.
Yalnız bir avuç cesaret istediğim!
Birazcık umut yaralı yüreğimde.
Ellerim kelepçeli, ağızım kilit kilit
Dinime şartsız ateist damgası.
Bu gün alkış, yarın intikam.
Yoktur şerefin böyle bir anlamı!
Sorular yasak, bakışlar şaşkın.
Menziller pusuda tetiğe hazır
Tanıdık simalar düşmanım olmuş
Ciddi, acımasız – bir utanç uğruna.
Yalnız bir avuç ateştir istediğim.
Birazcık cesaret, yaralı yüreğime,
Birazcık zaman, Tanrıdan dilediğim,
Veda için; zırh yok, menzil yok, tetik yok!…
Ama ben varım…
Ahmet MEHMET
Ama Varız
Çeteler gezdi köy köy
Yıktılar camileri bir gecede
Kiliseler kurdular orda burada
Yem olduk kanlar içinde kurda
Ama varız
Kırmadılar mı mezar
Taşlarımızı
Köşe köşe
Sokak sokak
Cadde cadde dövülmedik mi
Kovalanmadık mı
Kurşunlanmadık mı
Ama varız
İnkâr mı etmediler bizi
Birer birer aldılar adlarımızı
Kimimize pusu kurdular
Kimimize intihar
Kimimizi Belene’ye
Postaladılar
Ama varız
İstemediler
Gözümüzü kulağımızı
Dilimizi onurumuzu
İstediler
Koydukları menfur adları bile
Türkülerimizi
Ve teptiler
“Utanç trenleri”ne
Teptiler bizi
Ama varız
Köy köy yandık söndük
Şimdi köse sakallı sallanıyoruz
İşsiz kılavuzuz kavşaklarda
Kimimiz Bursa’da
Kimimiz Arda boylarında
Kimimiz anaya babaya hasret
Kimimiz eşe dosta
Kimimiz ecdat toprağına
Kimimiz Türk bayrağına
Ama varız
Geliyoruz
Kovuluyoruz
Doğuyoruz
Öldürülüyoruz
Ama izler bırakıyoruz
Çizi çizi
Dağ dağ
Irmak ırmak
Deniz deniz
AMA VARIZ
Nuri Turgut ADALI
Köyüm
Güllerin ve gülen yüzün bir yana
Kırlarda eşek dikenlerini özledim
Evladımın gülüşü, şen türküsü bir yana
Ağlamasını da özledim
Bir kıyısında geçen çayı değişmem
Cennet ırmağı ile
Gönlümün sesi mümkün olsa da gelse dile
Seni soruyorum güneyden esen her rüzgara;
Hasret kaldım tırmandığım yamaçlara
Gümüş sularında yıkandığım dereler
Hep öyle çağlayarak akar mı?
Suların aynasında sevgilim ağlayarak
Ay’a yıldızlara bakar mı?
O mehtaplı geceler gönlümün cennetiydi.
Baharın getirdiği çiçekler
O cennetin ziynetiydi..
Tatlı tatlı meleyen kuzular, gül yanaklı kızlar neşe saçar mı köyüm?
Senin kucağındaydı gerdeğim, düğünüm.
Dayanamadım ne sevgilime, ne sana,
Ömrüm geçti zındanlarda
Köyüme sevgilime yana yana
Ziyanı yok, ko ben menfalarda çürüyeyim
Yeter ki bir gün seni AZAD göreyim…