Dr. Nedim BİRİNCİ
Konu: Yıldönümü kutlamaları şanlı davaların şeref günleridir.
O Zaman Tek Yürektik
1984’ün bocuğu bugünden soğuktu. O gün bu gün o buz kesmiş günden 32 yıl geçti. Ortalama 365’ten hesaplasak tam 11 bin 680 gün eder. Ve o sabahın sert soğuğunu unutamadığımız gibi, o gün bizden canımızın istendiğini ve verecek bir şeyimiz yok değişimizi, yumruklarımızı sıkmış, gözler kıvılcımlı, suskun yürüyüşümüzü, kuru çöplü tütün tarlalarının içinden akışımızı asla unutamam.
O zaman terk yürektik.
Karşımıza devlet, askeri, polisiyle, partisi, komsomollu ve vatan cephesiyle dikilmiş canımızı istiyordu. Bütün bir halkın, binler cemisin, milyonlar camızın, henüz doğmamış olanımızın, kemikleri mezarda çürümüş olanlarımızın ruhuna talepti. Biz canlılar yürüyorduk.
O zaman tek yürektik.
Göçebe kuşlar gibi yuvalarımızdan uçmuş, yürekler kanat çarpıyor, havalandıkça havalanıyor, soğuk bocuk sabahının buzlu havasını nefes edip yürüyorduk. Nereye gittiğimizi bilmiyorduk. Sanki tarihimize dönüyorduk. Yer yarılsa içine girmeye hazırdık. Bizim kimliğimiz tarihti ve başka bir kimlik ve farklı bir gelecek istemiyorduk.
O zaman tek yürektik.
Bize hiç kimsenin hiçbir şey anlatmasına gerek yoktu. Evlerinizden, köyümüzden hep birlikte çıktık çıkın, bize hava çok sert, konçlu çorap giyin, başınıza atkı alın, takkelerinizi unutmayın, yaşlılar iki değnek alsın, yolumuz uzun, biri kırılırsa ikincisiyle devam eder, deyen olmadı. Ama herkesin aklında sanki o Çoban Oğlan masalı vardı. Okyanus geçerken lokmalar bitmiş, verecek bir şey yok, canlarını istemişti kuzgun. Verecek canları yoktu. Aynı topraklar üzerinde, aynı dağların arasında, aynı rüzgârların şiddetine birlikte göğüs gererek yaşamak zorunda olsalar bile, kendi canları kendilerine aitti, dillerinden dinlerinden yaşayışlarından, geçmiş ve geleceklerinden örülmüş canları ruhlarında yaşıyordu ve onu asla ve ne pahasına olursa olsun hiçbir kimseye veremezlerdi. İstenen bir avuç tuz, bir bardak şeker, bir tas un değil, canları, ruhları, kimlikleriydi. Türk doğmuşlar, Türk evlat doğurmuşlar ve Türk olarak ölmek istiyorlardı. Ve öldüler.
Onlara karşı büyük bir katliam işlenmişti.
Şu çok ayan ve iyi bilinmelidir. Adına “soya dönüş” denen çirkeflikle biz 1984 bocuğundan 1989’a kadar yüzleşmedik. Halkımız başa gelecek olanın kokusunu daha 1960’larda almıştı. “Soya dönüş” bir soykırım biçimidir. İlk tüfek Ribnevo köyünde patlamıştı. Tarihte görülüp işitilmemiş eziyet, işkence ve zulümle söküp alınmak istendi canları – adları, baba ve ana adları, soyadları, Allah sevgisi, öz kültürleri, namus ve inançları ve daha neleri varsa. Geçen asrın ikinci yarısında döverek insan canını çıkarma işi Nevrekop (Gotse Delçev) belediyesine bağlı bu köyde başlamıştı.
Fakat zulmün en ağırı o zamanlar Sofya eyaletine bağlı Kornitsa köyünde yaşandı. Yıl 1973’tü. Köyü 3 bin asker ve polis, zülüm etme gönüllüsü, hain sivil sardı. Kışın en ağır günlerinde, hayata korkmadan ısınmak için köy ortasına büyük bir ateş yaktılar. 3 ay evlerine toplanmadılar. Ölümü ateş başında beklediler. Onlar tek yürektiler. Adlarını, dinlerini canlarını vermek istemeyen Müslüman Pomak köylülere, çocuk ve yaşlılara, hamile kadınlara ve iki büklüm nenelere ateş açıldı. 5 şehit düştü, 80 yaralı, 10 yiğide 3 yıldan 12 yıla kadar ağır hapis cezası kesildi, 14 aile ve ayrıca 13 kişi de bireysel olarak çok uzak yerlere sürgün edildi. Onların sevdası birdi. Türk doğmuşlar Türk ölmek istemişlerdi.
Kornitsa köy katliamına binlerce delil vardı. Dava açılmadı. Tutuklanan olmadı. Hep yeni mezarlar açıldı ve insanlarımızın acı ve kaderi derine gömülerek unutturulmak istendi.
Bu olaylar gözyaşı damlalarını saymakla anlatılacak türden değildir.
İşte Kornitsalı Karahalilov kardeşimizin devlete başvuru yazısı. İşte öldürülen kardeşlerimizin isimleri: Hüseyin Hasanov; Muharrem Muharremov; Salih Mustafaov. Muharrem Hacıbekirov hapishanede öldü. Birçokları kapanmayan yaralarından öldüler. 28 Mart 1973’te komşu köy Breznitsa’da da 2 Pomak öldürüldü. Karahalilov’un devlet büyüklerine gönderdiği yazılı başvuruda “2 saatten daha az bir zamanda köyümüzde 20 çocuk öksüz kaldı” deniyordu. En ufağı 2, en büyü de 17 yaşında olan 6 çocuklu bir aile bir anda anasız babasız kaldı. Aynı başvurudan okuyoruz: Babamız sabah işe çıktı ve bir daha dönmedi. 2 saat sonra muhtarlığa çağrılan annemize babamızın kurşunlanarak öldürüldüğü bildirildi. Naaşları verilmedi. Şehirlerimizi gömemedik. Devlete gönderilen “Bizim Babamız Nerede?” mektubunu Hüseyin Hasanov Karahalilov’un eşi, 4 kızı ve 2 oğlu tarafından imzalanmıştır. Bu katliamı anlatan kitaplar yazıldı, yazmak ne dertlere ne acılara mehlem.
Biz o zaman tek yürektik.
Ne yazık ki, son yarım asırda Bulgaristan’da gerçekten utanma ve sorumluluk duyup tiksinme duygusu gelişmedi. Ne mecliste ne iletişim ortamında, ne de yazılan kitapların yazarlarında olmadı bu. Tartışma açıyorlar hiç çekinmeden ve utanmadan. Konu: “soya dönüş” yüz karası gerçekten daha 1960’larda mı mayalandı, yoksa birden bire mi parladı?
1984 bocuğu – 1985 – 1989 döneminde verdiğimiz şehirlerin isimlerini sıraladığımızda duraksıyorlar:
Ravenli Mümün Mustafa;
Gorno Dülevo’dan Mustafa Ömer;
Leskovolu Salimehmet Ramadan;
Golyamo Gradişteli Mustafa Amin;
Ve bugünü şehitleri gözlerimizin önündedir her zaman:
Tarih 26 Aralık 1984 kığlı (Benkovski) köyünde birisi 17 aylık Türkan bebe, 3 kişi kurşunlanarak öldürüldü. Gruevo köyünde 2 şehit daha verdik. Zulüm çığ o zaman yuvarlandı. Kırcaali Milli Emniyet binasının 4. katından Osman Mehmedov baş aşağı atıldı. Murtaganovo köyünde Nurullah Halil yaralı düştü. Öldü dediler ve devlet sicilinden silindi.
Kırcaali köylerinden tırmanan zulüm Koca Balkan’ın Kotel Belediyesi yaylalarına çıktı. Filaretovo köyünden İbrahim Çetin isim değil can almaya gelen zırhlı aracın altında kaldı. Ablanlar (Yablanovo) köyü şehitlerini kim unutabilir. Bu köyde 5 bin Türk yaşıyordu. Köy öyle bir ana-baba günü yaşadığı ki, terör furyası geçtikten sonra 330 Türk kalp ve beyin inmesinden gitti. Hepinizin yarasını bir daha eşmek istemediğim için burada kesiyorum.
Biz bir soykırım yaşadık. Canımızı almak istediler. Dayandık. Çünkü biz o olağanüstü ağır dönemde tek yürektik.
Soykırım konusunda Bulgaristan Cumhuriyeti Ceza Kanunu’nun 416 maddesinde ne yazıyor bilir misiniz? Aynen veriyorum: “Belirli bir milli, etnik, ırksal veya dini grubu bütünüyle veya kısmen yok etmek amacıyla saldırıda bulunulduğunda….soykırım için öngörülen ceza 10 ile 20 yıl arası hapis ya da idamdır.”
İyi yazılmış ama uygulayan yok. İşte bugün dün köylerimizi basıp bize ateş edenlerin bugün “Ataka”, “Yurtsever Cephe”, VMRO ve “Yurtsever Birlik” gibi sözde partilerin, aslında faşist çetelerde birleşmişler ve yeniden baş kaldırıyorlar. Biz bugün de huzurlu değiliz.
Huzursuzluğumuzun birinci sebebi, bir bugün tek yürek değiliz, Ahmet Doğan gibi hainler bizi parçaladılar, birçoğumuzun kafasını Moskova’ya doğru alçılamaya çalışıyorlar, hafızamızı boşaltıp içine zehir sıktılar, bizi vatanımız halkıyla düşman ettiler.
Gün, “soya dönüş” katliamları suçlularından hesap sorma günüdür. Buna engel olan en büyük haindir. Bu yüzkarası olayın kökleri 1960’lara, hatta faşist Bulgaristan dönemine uzanıyor ve çatır çutur sökülüp yok edilmelidir. Bu toplum başka türlü asla huzur bulamaz. Bu devlet kendi kendini bitirmek zorundadır. Bu dava hepimizin ortak davasıdır. Çileler, zulüm, acılar ve kahramanlıklar paylaşılmaz. Ortak çekimizden kalkıp ortak yarınlara birlikte uzanmak ve yücelmek zorundayız.
Biz o zaman tek yürektik
Türk ruhunun öldürülmek istendiği yerde bugün Türkan Çeşme – GÖZYAŞI ÇEŞMESİ akıyor. O gün bugün, çeşme 32 yaşında ağlamaya devam ediyor. Çanağından su için kurt kuş bu bitmeyen acıyı paylaşıyor. Ve her yıl aynı gün aynı yerde tütün tarlalarının arasında şehitleri anma, onurumuzu, Türklüğümüzü ve Türk geleceğimizi yaşatma mitingleri düzenliyoruz. Dünyanın dört bin yanına dağılan Ayaklanma kahramanları bir araya gelip dualar ediyor, ruh biliyorlar.
Bulgaristan Türkleri Kültür ve Dayanışma Derneği BULTÜRK Genel Başkanı Rafet Ulutürk, Yönetim Kurulu üyelerimiz, Türklüğü yaşatma davasına katkısı olan tüm kardeşlerimiz hepinizi kutluyoruz. Şehitlerimizin yattığı yer nur olsun.
Başlar dimdik yukarı kardeşlerim.
Biz o zaman tek yürektik, bugün de tek yüreğiz.
Zafer bizim olacak!