BGSAM

Tercume

Gerçekleri görmek ve kabullenmek zorundayız.

Bulgaristan’da Türklerin ve Pomakların isimlerinin

geri verilmesine Ahmet Doğan’ın hiçbir katkısı yoktur.

 mihail-ivanov
Mihail İvanov

“1990’ın 4 Mart akşamı “Türklerin ve Pomakların İsimlerinin Geri Verilmesi Kanunu”  üzerinde çalışmalarımızı tamamlamak için toplanmıştık. Ahmet doğan biraz yana çekildi ve kanun üzerindeki çalışmalarımıza katılmıyordu. Kanunun kabul edilmesine kadar beklemeyen gelen, ‘ikinci nöbete’ gelen Pomaklar ve büyük sayıda Türk Sofya Meclisi dolayına toplanmıştı. İç İşleri Bakanlığı (VMR) yönetimi Pomakları parlamento bölgesinden uzaklaştırmaya çalışıyordu. Pomaklar yerine mıhlanmış adım atmıyordu. Tam o zaman bir milis aracından elindeki megafonla Ahmet Doğan indi ve kalabalığı meydanı boşaltmaya çağırmaya başladı. Hazır bulunanların haykırışları ve ıslıkları onun çağrısının işitilmesini engelliyordu. Kimse bir şey işitmek istemiyordu. Birkaç saat sonra, kanun metni artık kabul edildikten sonra, Doğan insanların karşısına törensel bir tavırla çıktı, eline mikrofon verildi ve o şu sözleri haykırdı: ‘Kardeşlerim, kız kardeşlerim evlerinize dönebilirsiniz, biz kazandık, kanun kabul edildi.’ Doğan halkın önüne çok fazla ışık altında ilk kez böyle çıkarıldı ve daha sonra onun Türk direniş hareketi önderi ve 1989 Mayıs Başkaldırısının girişimcisi olarak dayatılması böyle oldu” Bu bölümü, Bulgaristan Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Jelü Jelev’in Azınlık Sorunları Danışmanı Prof. Mihail İvanov’un “GLASOVE” yayınıyla söyleşisinden aldık.

Söyleşinin üçüncü bölümünü aynen veriyoruz:

1989’un Aralık ayında hapisten çıkmasından sonra Ahmet Doğan’ın politik sahneye çıkmasını hatırlıyor musunuz..?  Hak ve Özgürlükler Hareketi (DPS) kurucularından biri olan Hüseyin Ömer GLASOVE’ye verdiği demecinde hareketin müstakbel lideri Doğan’ı ilk kez 1990 Ocak ayı başında Sofya’da “Aleksandır Nevski” kilisesi önünde,  Pomak mitinginde, “bir milis aracından ansızın inen, eline bir mikrofon verilen ve hazır bulunan kalabalığa “Ben size isimlerinizi geri almanız için yardım edeceğim” derken gördüğünü anlattı.

Tam olarak öyle değildi. Aslında Doğan, ilk önce 23 Aralık 1989’da Sofya Üniversitesi’nde, yönetim seçmek için toplanan, Ulusal Uzlaşma Komitesi toplantısında belirdi. Bu komiteye Bulgar Bilimler Akademisi (BAN), Sofya Üniversitesinden aydınlar, yazarlar, gazeteciler, ressamlar, film yapımcıları ve müzisyenler, 1988 ve 1989’da oluşan sivil kuruluşların seçkin eylemcileri – Bulgar, Türk, Yahudi ve Çingeneler, Hıristiyan ve Müslümanlar katılıyorduk. Politik olarak birbirimizden çok farklıydık, bazılarımız Bulgaristan Komünist Partisi (BKP) üyesi, diğerleri anti-komünist – daha sonra kimileri sola yönelirken ötekiler sağı seçti, üçüncü bir grup da siyaset dışında kaldı. Tam bir tablo oluşturabilmeniz için şu isimleri sıralamak istiyorum: Radoy Raderv, Hristo Ganev, Binka Jelyaskova, Blaga Dimitrova, Çavdar Küranov, İskra Panova, Donço Papazov, Halim Pasajov, Sabahattin Bayram, Yıldız İbrahimova, Vejdi Raşidov, Antonina Jelyaskova, Süleyman Gavazov, Ali Rafiev, Manuş Romanov, Gredi Assa, Edi Şvartz, Angel Vagenştayn, Petır Staykov, Lübo Sobadjiev. Hepsinin isimlerini hatırlamakta zorlanıyorum. Adını hatırlayamadığım birileri varsa özür dilerim. Komünist Partisinin Bulgar toplumunu ittiği etnik çatışma ortamından çıkma yollu bulmak için güç birliği yapıyorduk. Etnik kimlik haklarının ve bu gerçekten doğan etnik ve kültürel hakların mutlaka yeniden tanınması ve güvence altına alınması gerektiği konusunda aynı görüşteydik. Biz “multi kültürel” anlamda günümüze kullanılan kavramı benimsemiş bir örgüttük. Biz Ahmet Doğan’a örgütümüzün yönetimine katılmasını önerdik. O kabul etmedi. Bize verdiği cevapta, hatırladığım üzere, şöyle demişti: “Ben hapishaneden henüz çıktım ve sizin niyetinizin asil olduğuna inanmam için zamana ihtiyacım var.” Ve kalkıp gitti.

Ben size bunları, yıllardan sonra, kendimi ön plana çıkarmak ya da bir şeye gücenmiş olduğum için anlatmıyorum.  Burada vurgulamak istediğim, Doğan’ın o an aramıza katılmama kararı, onun daha sonraki siyasi çalışmaları için anahtar önem taşıdı. O, etnik diyaloga hayır ve daha sonra kendisine siyaset sahnesinde ağırlık kazandıracak olan o ayrılmanın ağırlığını daha sonra etnik ayrılmada kullanmak amacıyla bunu kendisi seçti (ya da böyle bir rol oynaması için özel olarak görevlendirilmişti.)

O da hapishaneden yakında çıkmış olan ve Komitenin aktif üyesi seçilen Halim Pasajov tamamen farklı düşünüyordu. O bana şunları söylüyordu: “…Olay şudur. Siz bizi anlamak zorundasınız. Biz sisinleyiz ve sisinle beraber olmaya devam edeceğiz, fakat bir hapishanede kendi partimizi kuracağımıza yemin ettik. Biz Bulgar partilerinin bizim haklarımızı savunacağına inanmıyoruz.” Biraz farklı olsa da, Manuş Romanov da aynı ruhta konuşuyordu. 1990’da yuvarlak masa oturumlarında o etnik esaslı siyasi parti kurulmasını destekledi, fakat Çingene nüfusun siyasi temsil hakkının nasıl savunulacağını, diğer siyasi partilerin Çingene adayları kendi seçim listelerine aymayı garanti edip etmeyeceklerini sordu. Ve siyasi partileri etnik toplulukların sorunları üzerinde çalışmaya davet etti.

1990 yılının 4 Ocak günü Varna’da Hak ve Özgürlükler Partisi (DPS)  kurulduğunu, Ahmet Doğan’ın Başkan, Halim Pasajov’un da Birinci Başkan Yardımcısı seçildiğini daha sonra öğrendik. Doğanla ikimizin de, üyesi olduğu ve karma nüfuslu bölgelerde kışkırtılan etnik gerginliği yatıştırmak amacıyla parlamentoda toplanan Etnik Sorun Kamu Konseyi’nde Ocak ayında Mecliste bir daha görüştük. O zaman o artık “Bulgaristan’da Türklerin ve Müslümanların Hak ve Özgürlükler Hareketi” başkanıydı.

Hüseyin Ömer’in hatırladığı ve anlatılmasında yarar olan, başka bir olaydır. 4 Mart 1990’dı. İsimlerin serbestçe geri alınması hakkını iade edecek olan, İsimler Kanun’unda son düzeltmeleri yapmak için parlamento binasında birkaç sivil toplum örgütü temsilcileriyle birlikte çalışma grubumuz toplanmıştı. Ertesi gün bu kanun halk meclisinde görüşülecekti. Ahmet Doğan uzak durdu ve bize katılmadı. Parlamento dışında, “Aleksandır Nevski” kilisesinin duvarı ardında, görevlilerin girip çıktığı meclis kapısı karşısında, kanun onaylanana kadar devam edecek olan “ikinci nöbet” Pomaklar orada çık kalabalıktı. Türkler de toplanmıştı. Onların isteklerini desteklemek amacıyla Ulusal Uzlaşma Komitesi üyelerinden birçokları da orada bulunuyordu. Milli Güvenlik görevlileri ve milliyetçi örgütlerin yerel parti örgütleri tarafından örgütlenen, isimlerin iade edilmesine karşı olanların Blogoevgrat ve Rodoplardan otobüslerle Sofya’ya doğru ilerlediği söylentileri etrafta dolaşıyordu. İç İşleri Bakanlığı yönetimi Pomakların meclis bölgesinden uzaklaştırılması ve geceyi “Güney Park” ta geçirmesi kararı almıştı. İktidarın korkusu –yapmacık ya da gerçek – bilemiyorum, çatışma çıkmasını önlemekti. Pomaklar bu isteklere uymadılar. Dağılın çağrılarına tepkili olan insanlar, hep birlikte hiçbir olaya yol vermeden kanunun çıkmasını bekleyeceklerini beyan ettiler. O zaman bir milis aracından elinde mikrofonla Ahmet Doğan indi ve Pomaklar’dan Meydanı boşaltmalarını istemeye başladı. İç İşleri Bakan Yardımcısı Samanciev onunla beraberdi.  Doğan’ın daveti yuhalandı. İnsanlar onu işitmek istemiyordu. Ben o zaman Samanciev’e Doğan duruma hakim olamıyor, kalabalığın içinde Milli Uzlaşma Komitesinden birçok üye var, bir onlarla çok yakın ve samimi ilişki halindeyiz ve herhangi bir çatışma çıkmasına asla yol vermeyeceğiz, dedim. Öyle de oldu. Aynı gece ve kanunun onaylandığı erte günün akşam saatlerine kadar nöbet bekleyen Pomaklar ve biz beraberdik. Otobüsler ise gelmedi.

Öyle ki, Hüseyin Ömer’in anlattığı olay Ocak ayı başında olmadı, Mart ayı başında cereyan etti. O zaman bizim dostumuz Ahmet Doğan etrafta görünmüyordu. O zaman 3 Mart günü bir miting düzenleyip, ardından Levski anıtına çelen koymaya nasıl hazırlandığımızı anımsıyorum. Biz Doğan’ın da olaya katılacağını umut ediyorduk, o zaman o bugün artık yasaklanmış olsalar da o dönem çok etkin olan komünizm yanlısı ve aşırı milliyetçi Ulusal Çıkarları Savunma Genel Halk Komitesi ve “Vatanseverler” adlı Rodoplular Birliği ile görüşmeye gitmişti.  Bu görüşmelerinden sonra Doğan yanımıza geldi ve bize şöyle dedi:

Şunu iyi biliniz, siyaset pis bir şeydir. Siz benim dostlarımsınız, fakat benim ayaklarına gidip onlarla görüşmem gerekti.” Ne de olsa biz birlikte Levski anıtına çelen koyduk. Ön sıralarda Türk, Pomak, Yahudi, Çingene ve Bulgar yan yanaydı. Son 21 yılda böyle bir şeyin tekrar ettiğini bilmiyorum.

Yukarda da söylediğim gibi, biz İsimler Kanunu’nun her harfi üzerinde titrerken, Doğan bizden uzak durdu. Bu kanunla ilgili görüşmeler çok ağırdı. Andrey Lukanov’un aktif katılımı olmadan hiçbir şey yapılamıyordu. Biz, milliyetçiler tarafından ısrarla istenen isimlerin geri alınmasının mahkeme kararıyla olmasına yol vermemekti, çünkü insanların hakları olarak yönelttiği şöyle bir soru vardı: “Bizim isimlerimiz mahkeme kararıyla değiştirilmedi, şimdi neden mahkemeye başvuralım?” O zamanki DPS örgütünün iradesi alınmadan, örgütün haberi bile olmadan, bizim hepimizin ardından komünist ve milliyetçilerle gizli görüşmelere başlayan Ahmet Doğan bütün çabalarımızı suya düşürdü ve isim değiştirmenin mutlaka mahkemeden geçmesi koşunu getirildi. Böylece bir sisasi pazarlığa varıldı ve görüşmelerin sonunda bir tarafta Petır Mladenov, Andrey Lukanov ve Stanko Todorov, öte yanda da Ahmet Doğan, Dimitır Arnaudov ve Branko Davidov yer aldı. 1990 yılı başından gazetelerde göz gezdirdiğinizde bu görüşmelere onların katıldığı haberlerini bulursunuz. Doğan’ın perde ardında yürüttüğü bu görüşmeler Halim Pasajov tarafından sert tepki gördü. Daha sonra Pasajov partiden atıldı.

Ayrıntıları pek önemli olmayabilir. Protestocular 5 Mart 1990’da meclis etrafında gece saat 12’ye kadar bekledikten sonra, son an karşılarına törensel bir tavırla Ahmet Doğan karşılarına çıktı. Ardında Ginyo Ganev vardı. Doğan’a mikrofon uzatıldı ve o şöyle dedi:

Kardeşlerim, kız kardeşlerim, kanun kabul edildi, evlerinize dönebilirsiniz. Biz kazandık Doğan halkın önüne çok fazla ışık altında ilk kez böyle çıkarıldı ve daha sonra onun Türk direniş hareketi önderi ve 1989 Mayıs Başkaldırısının girişimcisi olarak dayatılması böyle oldu.”

Demek oluyor ki, Ahmet Doğan Bulgaristan Türkleri mukavemet hareketinin lideri olarak iktidar tarafından zorla kabul ettirildi.

Evet, yapılan propagandanın amacı da buydu. Daha sonra bu propaganda etkinliklerine HÖH partisi yönetiminden Osman Oktay ve Prof. İbrahim Tatarlı ve başka kişiler de katıldı.

Sizin isimlerini andığınız kişilerin hepsi gizli polis (DS) ile bağlı ve ona çalışmış kişilerdir.

İkinci bölümde, Ahmet Doğan etrafındaki kişileri ve Türkleri yeniden semeleme ve uyutma süreçlerini anlatacağız.

Reklamlar