Osman BÜLBÜL
Doğru olan yol Batıya giden yol mudur?
Dümene oturup Viyana’ya doğru yol alırken, aklıma önce Oxford ve Sarbonne gelir. Bulgaristan Türklerinden olup da İngiltere’de Oxfordu, Fransa’da da Sarbonne’yi bitirip memlekete dönen, dönüp aydınlanma ve dönüşerek ilerleme davamıza katkıda bulunan kimseleri bulamadım. Böyle birilerini bulabilseydim, kendileriyle dost olmak ve uzun uzun sohbet etmek isterdim.
Paris varoşlarında “İnsan Hakları Hukuku” okuduğunu öğrendiğim HÖH milletvekili Çetin Kazan Beyin İstanbul NATO Asamblesinde Konsey üyeliğine seçildiğini öğrendiğimde biraz afalladım. HÖH partisi Moskofçuluk yaparken, bizim askerliğini yapmamış Çetin’i nasıl olur da NATO konseyine tıkarlar, bu adamın orada ne işi var? Gibi sorulara bir türlü yanıt bulamadım. Yoksa doğru olan her şeyin ters yapılması mı!?
Yaşlandım. Artık olgunluk ve durgunluk çağında olsam da, ben dünyanın çok değiştiğini, katmerli gül, yaban gülün; armut ahlatın, bütün meyve ağaçları birtakım yaban ağaçların değişimi ile peyda olduğunu bilirim. Fakat asker kaçağı bir adamın NATO asamblesinde kimi temsil ettiğine cevap vermede de yavanım.
Araç lastiklerimin şu an döndükçe ezdiği topraklar 1699 Karlofça antlaşmasıyla başlayan Osmanlı toprak kaybı çağında kaybettiğimiz topraklardır. Asırlarca süren geri çekilme askeri alanda geri kalmış olduğumuz için durdurulamamış, kaybettiğimiz topraklar buram buram burnumuzda kokmuştur. Unutamadığımız dağlar, bağlar, ırmak ve ovalara türküler yakmışızdır. Sürekli çözümler aramışız da, aradığımızı toplumumuzun kendi öz dinamiklerde, tecrübelerinde buldukça huzur bulmaya çalışmışızdır.
Hain başı, Bulgaristan’da KGB istasyon şefi olan ve son seçimde Batıya bağlı olduğumuz halatların bazılarını kesmeye yeltenen A. Doğan’a yakınlığıyla ün yapan Çetin Kazağın NATO Konseyine tıkıştırılması bana Osmanlı tarihinden bir dönemi hatırlattı.
Ünlü Fransız Devriminin yapıldığı 1789 yılında tahta geçen III. Selim, bir taraftan Avrupa’nın gidişatından haberdar olmak ve Osmanlı’nın işine yarayacak hususları tespitmek etmek üzere Paris, Londra, Berlin ve Viyana gibi merkezlere elçiler gönderir, Fransa ile doğrudan temas kurarak kralla görüşmek üzere İshak Bey’i Parise yollar ve orada “her nevi ilim ve feni öğrenmesi” talimatını verirken, öte yandan Viyana büyükelçisi Ebu Bekir Ratib Efendiye Avrupa’daki ilmi ve askeri gelişmelerle ilgili rapor hazırlatmıştır.
Diyorum ki, Bizim Kazak da Doğan üzerinden böyle bir Moskof emri mi aldı ve NATO’yu içinden çökertmeye mi gönderildi. Vay vay!…
Memleket Bulgaristan olduğundan ve 1878’de başlıca Batılaşmak hevesiyle Osmanlı’dan kopmasına rağmen, demokratikleşerek ilerlemenin henüz emekleme döneminde olduğundan, bu ayın altısında ben de elimdeki kalemle “Olsun” işareti koyduğum için olacak halk oylaması aklımdan çıkmıyor. Beraberime aldığım “24 Saat” gazetesi, seçerken mutlak ekseriyet taraftarı olan usulü (majoriter sistem) Fransa’dan kopyalayacağımızı yazıyor. 210 ülkeden 89’u bu seçim sistemini kullanıyormuş. Makedonya ve Gürcistan bile bu sistemle seçiyormuş. Anayasa’yı da Fransa’dan kopyalasak ne değişir ki?!
Rusçuk Beylerbeyi iken, dedelerimiz seçimlere “hitap”, oya “rey”, seçilene de “reis” demeye bile başlamadan önce, memleketimizin kökten dönüştürülmesinde pek fazla emeği geçen Mithat Paşa Sultan hükümetine Baş vezir olduğunda, Fransız Anayasası’nı tercüme ettirip Osmanlı toplumuna dayatmaya çalışmıştı. Bir değişiklikle yeni şekil alındığı vakit, yeni oluşanın mazisini içinde taşıdığını neden dikkate almadığına akıl erdiremiyorum. Yoksa biz bugün de “gül dikeniyle derlenir” noktasında mıyız?
Son amacında komünist totaliter kemikleşmişliğin sökülüp hurdaya verilmesi olduğundan, İş Allah demekle yetiniyorum. Toplumun korku yaşadığını hissetim. Aranan daha adaletli bir düzen olduğundan ve yine basına göre, 240 vekili Sofya meclisinin 231 vekilini ülkede, 9 ‘unu ise dış ülkelerde seçileceği ön tasarımı daha şimdiden hile kokuyor. Bizde majoriter seçim sisteminde bir vekil için 30 bin seçmen oyu gereklidir. Türkiye’de ve diğer dış ülkelerdeki soydaş ve gurbetçilerimizin bir milletvekili için 220 bin oy vermesi gerekecek. Adalet büyüt geçinden bakınca durum böyle. Türkiye’de 620 bin seçmenimiz var, en az 5 vekil hakkımızdır. Yeni bir mücadele başlıyor:
Bu gidişle, halk dizginleri elinden kaptırmazsa, seçim ve halk oylaması yoluyla yani barışçı, uzlaşmacı yoldan hukukun gücünü kabul ettirmeyi zorlayabilecektir.
Bulgaristan’da ezilen sefil kitleler değişiklikleri devrimci yoldan istese de, halk oylaması olacaksa evrimsel, uzlaşmalı ve barışçıl olsun dedi.
Kuşkusuz bizde de parayı elinde tutanlar, paraya para demeyenler, para saçanlar, para dağıtıp oy satın alanlar var. Bunların bastığı büyük taşın adı – siyasi mafyadır. Onlar da hesap peşinde ve seçim sandığıyla işleri istedikleri yana yönlendirebileceklerine inanmış gibi davranıyorlar. Onların güçlü silahı sandıkta sahtekârlık yapmaktır. Ülkede oy kullanan 1 milyon ölü canlı olduğu, siyası yorumlara konu oluyor.
Beraberimde getirdiğim gazetelerden birkaç alıntı tercüme etmek istiyorum:
Bulgar kamu denetçisi Maya Manolova Meclise öneri sundu. Halkoylaması sonuçlarının hemen onaylanmasında ısrar ediyor.
Meclisi Hukuk Komisyonu Başkanı, GERB milletvekili Danail Kirilov cevaben şöyle dedi:
“Biz GERB olarak halkoylaması iradesini destekliyoruz. Üç sorunun üçü için de “evet” oyu kullanacağız. Temel sorun, ülkede ve dış ülkelerde bölgelendirme sorunudur.
Dış ülkelerde verilen oylarla ülkede verilen oylar arasında uyum sağlanmalıdır.”
Siyaset bilimcisi Antoniy Todor’ın bu konudaki fikri şudur:
“Bu sistemin birçok varyantı var. Bizde tartışılmadı. Sistemin değişmesi gerek, fakat hemen değil. Değişiklikler hemen onaylanırsa, demokrasiye ters olur. Ülkede siyasi temsilliye bunalımı var.”
Bilinen sosyologlardan Mira Radeva’nın görüşü:
“Siyasi sistem değişirse trajik bir şey doğmaz. Majoriter seçim sistemi önerisi 2 turlu olduğundan, tehlike arz etmez.”
2017 başında kapı çalan erken seçim ateşi artık yakıldı. Türkiye’de ve Batı ülkelerindeki kardeşlerimize mutlaka ulaşmamız ve olayın siyasi özünü en anlaşılır bir dille açıklamamız, bol bilgi sunmamız ve onları dinlememiz gerekiyor. Büyük ekipler oluşturmak zorundayız. Dernek ve federasyonlara, BULTÜRK ve BGSAM’ a büyük vazifeler düşüyor. Burada Avusturya’da mesafeler uzak, gurbetçilerimiz vardiyalı işlerde çalışıyor, dernekleşmede eksikliklerimiz var. her birimizin elektronik araçlar kullanmadığı da biliniyor, Hiç olmazsa bir iki gazeteyle kardeşlerimizin mekanlarına ulaşmamız gerekiyor. Şu bir gerçektir ki, ilgi çok büyük.
Sosyal sistemi çökmüş, yasaları işlemeyen, adalet düzeni bozulmuş vatan toprağını anlatıyorum. Vatandaş sorunlarıyla baş edemiyor. Birçok yerde kepenkler kapanmış. Bu durumda tarihsel bakış açısı sorunu ortaya çıkıyor. Etnik azınlıklar kalabalaştı ve kendini içinden çıkma yolu olmayan ve derinleştikçe derinleşen yokluk içinde çekmeye mahkûm hissetmeye başladı. Siyaset alanında soldan sağa ya da ters dönüş sorun olmaktan çıktı. Siyasi tavrı kısa vadeli vaatler belirliyor. Avrupa Birliği fonları “bitti” denince umut nefesi kesildi. Brüksel’den para kopartmak için suni sorunlar öne sürüyorlar. 360 milyon Euro harcanan Türk-Bulgar sınırı tel yerine şimdi “ödesinler beton duvar” çekelim diyorlar. Gelirken Macar ikinci tel sınır duvarını resmettim. Adına “akıllı duvar” demişler. 170 km olan bu duvar ısı duyarlı ve gece kamaralı. Orban dikenli tel örgüye para vermiyor. Mahpushanelere tezgâh kurulmuş gece gündüz dikenli tel örüyorlar. 2015’te Macaristan’dan 400 bin sığınmacı geçmiş, birinci tel duvarın gerilmesinden sonra insan seli azalmış, ikinci tel setten kuş uçamıyor. Bulgar-Türkiye sınırına ikinci duvar fikri Bulgar mafyasının hoşuna gidiyor.
Macaristan-Hırvatistan sınırına gerilen “akıllı duvar”
Bizde çalı çırpı toplayanlar yabancı düşmanlığı ateşi yakıyorlar.
Kapalı sığınmacı kamplarda iki yüzü uyuzlu, birçoğu hasta 12 bin sığınmacı var.
Harmanlı kampında dışarı çıkmaları yasak 3 bin sığınmacı kalıyor.
Onlar içerde dertleriyle kavrulurken şehirlerde sığınmacılara karşı protesto gösterileri düzenleniyor.
Bulgaristan’da kaldığım günlerde, hele Borisov hükümetinin istifasını sunmasıyla “devlet var mı, yok mu?” tartışması kızışmaya başladı. Vatandaş Borisov’un seçimi kaybedeceğini önceden bildiğini iddia ediyor. Bacakları sallantılı etnik barışın nefret patlamalarına neden olacağını savunanlar artıyor.
Bir milyon çalışanın 2 milyon emekliye bakması imkânsız olan ülkemizde, gurbetçilere el açanlar her geçen gün artıyor. 2016’da Batı Avrupa, Kanada, Birleşik Amerika, Türkiye ve Avustralya gibi ülkelerden gönderilen 860 milyon Euro borç deliklerine yama olmuş. Yoksulların giderek daha sefil, zenginlerinse daha zengin olduğu bir ortam var. Yerli basın sıkça “devlet kurumları çalışmıyor” diyor.
“Devlet yok” savının toplumdaki görünümü Sofya’da “Balgariya Oteli”, “Grand Hotel Sofya” gibi lüks tesislerin, bankaların, iletişim şirketlerinin kolayca el değiştirdiğinde alan kim, satan kim? Sen bu parayı nereden buldun? Gibi soruların asla sorulmamasında göze çarptı. Burada ana sorun yasaların işlediği bir ortam olmamasında, ikinci olarak da, yasaların uygulanmasını yöneten bir savcılığın etkinliğinin hissedilmemesinde gizleniyor. Yürürlükteki Anayasa’da “savcılık yasal durumu izler,” yazıyor. Suç işleyenlere karşı mücadele eden bir devlet organı yok. Suçlar gittikçe artarken suçlular sokakta dolaşıyor.
20 yıl Sofya başsavcısı görevinde bulunmuş olan Akademisyen Borislav Yotov, “Altın Yaş” gazetesinde “Ölüm cezasının geri getirilmesi” başlıklı yazıyla çıktı. 60 bin suçlunun içeri atılması gerektiğine şunları ekledi:
“Ölüm olaylı soygun, ırza geçip öldürme, ölümle sonuçlanan terör olayları gibi nitelikli cinayetlere ölüm cezası kesilmelidir. Ulusal ihanet gibi siyasi suçlar için de ölüm cezası uygulanmalı. Ceza Kanunumuzda çok büyük boşluklar var. Yasada, mafya, pornografi gibi suçlara tanım getirilmemiştir. Yasamada görev alanlar kendileri bu suçları işleyenlerden çevreleri için koruyucu önlemleri önceden almışlardır.”
Ben Viyana’ya döndüm. Yapraksız kalan ağaçlar öksüz gibi.
Nikolay’la siyasi tartışmaları özledim. Nereden Nereye.
Sağlıcakla kalınız.