Rafet ULUTÜRK
Tarihten ders alıp uzağı görebilmeliyiz.
Bugün Türkiye’mizin gerginlik yaşadığı ve ulusal egemenliğimize tehlike oluşturan ülke Rusya’dır. Rus Türk ilişkileri tarihin derinliklerine dayanır. Rusya sıcak iklim ve bereketli toprak ve denizler ülkesi olan yurdumuzu öteden beri kıskanmıştır.
Osmanlı tarihi boyunca Rus İmparatorluğu ve Osmanlı arasında her 13 yılda bir savaş olmuştur. 1773’ten sonra Rus Çarlığı Osmanlıya saldırılarına hep Hristiyan azınlıkların dini haklarını korumayı bahane etmiştir.
1990’da Sovyetler Birliği şeklinde yapılanan ve birkaç kıtaya kol kanat atan Rusya imparatorluğu dağılmış ve yerinde yalnız Rusya Federasyonu kalmıştı. Ne var ki, büyük bir krizden geçen bu Federal devlet 2000 yılından sonra bir akaryakıt tedarikçisi olarak dünya borsalarına yerleşerek dirilmeyi başarmış ve imparatorluk hırsı yeniden uyanan ve petrol parasıyla modern silahlanmayı beceren bir devlet olarak etki alanlarını içte ve dışta genişletmeye koyulmuştur.
Bir eski KGB yarbayı olan ve 2012’den sonra 3. kez devlet başkanı görevinde bulunan V. Putin kural tanımayan bir siyaset çizgisiyle dünyadan daha büyük pay istediğini gizlemiyor. 2015’te “anti-terör savaşına katılıyorum” bahanesiyle komşumuz Suriye’ye atlayan ve saldırılarına orta menzilli füzeler de kullanan Rus silahlı kuvvetleri saldırgan davranışlarını tırmandırmaya devam ediyorlar.
BGSAM için 2015’ten 2016 yaşan en önemli olay budur. Fakat bir olaya değişik açılardan bakmak istiyoruz:
Önce Rusya’nın 2015 yılı olaylarını nasıl değerlendirdiği ve derecelendirdiği görelim. Bu, bizim için çok önemli olduğu kadar, bir hasım gibi davranan büyük bir devletin 2016 ya nasıl baktığı, beklentilerinin ne olduğu ve muhtemel gizli planlarının da neler olabileceği bizim için büyük önem arz ediyor.
Bu değerlendirme bizim için Güney Doğusu’da Rusya’nın 30 yıldan beri silah verip, okutup eğittiği PKK’ya bağlı iç ve dış teröristlerle son 6 ayda arasız devam eden kanlı bir savaş yürütülen ciddi bir ortamında yazdığımın farkındayım.
Ayrıca şu da var. 1990’dan beri yeni bir maske takarak özünü yaşatan Moskova karşısında toparlanamayan bir gevşeklik sergileyen Paris ve Londra yönetimini ardına alarak terör örgütü olarak tanımaya yanaşmadığı PKK ve PYD’ye karşı haklı savaş veren Türkiye aleyhinde uluslar arası kamuoyu oluşturmaya çalıştığı da dikkati çekiyor. Yine bu cümleden olmak üzere, son aylarda başlayan, Türkiye’nin de katıldığı “Suriye’de barış sağlama görüşmelerinde” Kürdistan haritasını masaya çıkarmaya hazırlanan bir Rusya’nın karşımıza dikildiğine de işaret ediyoruz. Bu amaçla elindeki tüm kozları oynadığını hatta Bulgaristan Türklerinin politik partisi yönetimini de kullandığına tanık oluyoruz. Putin kışkırtmasına alet olan parti lideri KGB ajanı A. Doğan partiyi parçalanmayı göze alacak kadar saldırıda bulunmuştur.
Aynı zamanda Putin’in izlediği saldırgan ilhak politikasının geçen yüzyıl tarihinde birçok emsalleri vardır.
1945’te Yatla Konferansında Stalin’in Polonya ile ilgili apar topar ele geçirme ve hemen ardından seçim yaparak yasal düzenlemeleri tamamlama siyaseti uygulamıştır.
1945 -1990 arası Polonya Stalin’in ilhak politikasıyla kurduğu devletle idare edilmiştir. Putin’in 2014’te Kırım ve Doğu Ukrayna’da yaptığı askerden temizleme ve işgalden sonra demokratik olmayan seçimle ilhak siyasetinde izledik. Suriye’de de yoğun bombardımanlardan sonra korkutulan, kovulan halk sözde demokratik seçime zorlanacaktır.
Bu arada Türkiye’nin sınırları dışında bulunan Türkler konusundaki hassasiyeti, 1974 Kıbrıs harekatı, Irak savaşı ile ilgili 1 Mart 2003 teskeresi, Suriye diktatörü Beşer Esat’a karşı silahlı savaş veren yurtseverler birliğini arkalaması ve 3 milyon Suriyeli sığınmacıya 3 yıldan beri ev sahipliği yapması Yakın Doğuyu olaylarının dikkat merkezindedir.
Putin’in Suriye’yı bombalaması 1990’dan beri ilk dış yayılma denemesi olarak değerlendirilmelidir. İlk saldırıda yenik düşmek istememesi de hırçınlığının ana nedenidir.
Suriye topraklarında 61 km derin ve 90 kilometre uzun bir silahtan arındırılmış ve savaş uçakları için uçuşa yasak bölge oluşturma planı suya düştü. Suriye’yi şimdilik bütünleştirip diktatör Esat’ta tepside sunma planı yürürlüktedir. “SU–24” savaş uçağı saldırısı, kaba kuvvetle çözüm arayan Putin stratejisinden bir halkadır. Osmanlı eyaletlerinden olan bu topraklarda meydana gelen sorunların barışçı çözümünde ilk ve son söz sahibi olması doğal olan Türkiyeyi oyun dışı bırakmak da Putin stratejisinde önemli bir halkadır. Rus saldırganlığının büyük hedefinde bizi Yakın Doğu akaryakıt hatları dışında bırakmak da var. Bunun için 2016’da Suriye ve bütünüyle Yakın Doğu siyaseti en önemli dış siyaset hattımız-dır.
Olaya Ruslar nasıl bakıyor?
“Ruski Dnevnik” gazetesi, 2015’in en önemli 5 dış siyaset olayı arasında Suriye askeri harekâtını başı çekti. İkinci yere de “SU -24” uçağının düşürülmesini “Türkiye’ye gitmeyeceğim” sloganı ile verdi.
Rusların Suriye’ye yoğun hava saldırılarına gerekçe olarak ise, Birleşik Amerika liderliğindeki koalisyonun yetersizliği; Suriye diyaloğuna can vermek ve Batı’nın Suriye’de uçuşa yasak bölge ilan etmesi çekincesi gösteriliyor.
Rus bombalaması başlamamış olsaydı, B. Esat idaresi yıl sonuna kadar dayanamazdı, diyen Rus gazetesi, müdahale etmeseydik terör Afganistan, Tacikistan ve diğer Orta Asya Cumhuriyetlerine yayılacaktı derken Putin’i haklı göstermeye çalışıyor. Seri halinde atılan bombaların 2016 Ocağında devam edeceğini bildiren gazete, çöl fırtınalarının başlamasıyla barış görüşmelerinde Körfez devletleri, İran ve Türkiye’nin çözüm için ödün vermesi gerekeceğini gündeme getiriyor. Çünkü bombardımanlarla Rus askeri gücünün Amerikan askeri gücünün yapamadığını yaptığı vurgulanıyor.
NATO üyesi olan Türkiye’ye ekonomik ambargo ve yaptırım uygulanmasını konu eden Rus stratejik araştırmacıları Suriye ile sınır boyunda Türkçe konuşan nüfus yaşadığını, Ankara’nın onları korumak için uçuşa yasak bölge istediğini ve “SU – 24” askeri uçağını “demir yumrukla” karşıladığını, uçağı düşürmekle Moskova’nın bölgedeki hareketlerinden memnun olmadığını beyan ettiğini ifade ediyor.
Analiz uzmanlarından Kortunov, Suriye sınırı boyunda yaşayan Türklerin Esat yanlısı ya da aleyhtarı olmalarına bakmaksızın Ankara’nın kendilerine her türlü destek verdiğine işaret ediyor. Yorumcu Suponina ise, uçak düşürme olayı, onlarca yıl boyunca dikkatle oluşturulan ve karşılıklı yarar sağlayan Türkiye Rusya ilişkilerinin “bir günde, bir ayda ya da yılda yeniden tesis edilemeyecek yara aldığını” yazıyor. Aynı analizci, yürütülen barış görüşmelerinde Washington ile Ankara’dan eskiden beklendiği gibi ödün vermeleri beklemek asla mümkün olamaz, diplomasi sertleşti, diyor.
2016 problemleri açısından bakıldığında, Ankara Moskova sertleşmesinden sonra “terörizme” karşı Rusya’nın da katılacağı bir koalisyonun oluşturulmasına artık gidilemez, Batı gevşeklik ve umursamazlık dönemini aştı ve olup bitene ciddi bakmaya başladı, yorumuna da yer veriliyor.
“SU–24” olayı ve “Amnesty international” uluslar arası insan hakları örgütünün Rus bombardımanlarında çocuk ve kadın da içlerinde olmakla büyük sayıda sivil Suriyeli öldüğünü açıklamasından sonra çok hırçınlaşan ve öfke kusan Moskova liderinin son yıllarda uyguladığı saldırı çizgisi değişik yorumlara konu oluyor.
Rusya İnsan hakları savunucularından Navagin, Putin’in iç ve dış saldırı ve yayılma politikasını Stalin tarafından Yalta Konferansında (Şubat 1945) sonra Polonya’ya uygulanan “önce ele geçirme ve ardından seçimle yerleşme” siyasetine benzetiyor.
Bir devletin başka bir devletin topraklarını kendine katma ya da etki alanına almayı dünya sustukça geçerli olan bir siyaset olarak 1938’de Hitlerin Çekoslovakya’nın Sudet bölgesini bir gecede işgal etmesinde ve ardından seçim yaparak Nazi Almanya’sı etki bölgesine dahil etmesini bugünkü Putin siyasetine benzer örnek gösteriliyor.
Hitler’in Almanya’yı genişletme siyaseti 12 Mart 1938’de Avusturya topraklarının da ilhakıyla sonuçlanmıştı. Derken 1939’da II. Dünya Savaşı gecikmedi.
Önce bombalayarak ele geçir, sonra görüşme masasında masaya yumruk vur ve sahte bir seçim yaparak Şam’da ebedi diktatörlük kurmak, besbelli ki Putin’in yeni hayal ettikleridir. Türkiye’ye kafa tutması ve yaptırım uygulaması ise, bu arada Türkiye’de yaşayan tüm Rusları geri çağırması ve vize uygulayarak Türkiye’ye turist akımını durdurması da, herkesin kafasında olmasa da, bizim kafamızda değişik soru işaretleri doğurdu.
Deneyimlerin gösterdiği üzere, neresi boşaltılır, terör eylemleri olması muhtemel kentler ve tatil siteleri boşaltılır. Ankara’nın demir yumruğundan sonra, ardında bıraktığı ölü ve yaralı mazlumlar, yıkılmış evler, doldurulmuş kuyular, yakılmış buğday tarlalar bırakarak bir erişilmezlik sapıklığı içinde almış başını giden yeni Hitlere dünya üçüncü kez yanmazdan önce dur deme zamanı gelmiştir. Bu mertliğin ilk erinin Türkiye Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyib Erdoğan olması hepimiz için kıvanç kaynağıdır.
2016 yılının en önemli iç sorunu Güney Doğu Anadolu’da huzur sağlamaktır. Dış siyaset sorunu ise kardeş Suriye halkını zalimliği tüm sınırları aşan diktatör Beşar Esat’ı tarihe katıp adalet ve demokrasi uygulanacak bir yurtseverler hükumetine kavuşturmaktır.
Yeni yılın ilk gününde Suudi Arabistan ile İran’ın arasını açan, diplomatik ilişkilerinin kopmasına neden olan da Diktatör Esat’a karşı olan farklı tutumdur. Yakın Doğu’da bir Şii suni ateşi yakmak isteyenler hesap yapıyorlar. Bu ateşi yanmadan söndürmek 2016’da Türkiye’den beklenen büyük fedakârlıktır. Bir halka iyilik ve hayır gelirse komşusundan gelir.
Yakın Doğu’da barışın umut kaynağı Büyük Türkiye’dir.