Rafet ULUTÜRK
1989 yılı, Bulgaristan Türkleri için derin yaralar bırakan ve köklü değişimlere sahne olan bir dönemdir. Bu dönem, sadece bir halkın hak mücadelesi değil, aynı zamanda siyasi hesapların, manipülasyonların ve güç mücadelelerinin sahnesi olmuştur. 1989 Ayaklanması ve ardından gelen Büyük Göç, Berlin Duvarı’nın yıkılışından önce Balkanlarda başlayan özgürlük çığlığının önemli bir parçasıydı. Ancak bu çığlık, yalnızca bir rejime karşı halkın direnişini değil, aynı zamanda derin bir siyasi planın başlangıcını da temsil ediyordu.
1989 Ayaklanması ve Büyük Göç: Derin Bir Hesaplaşma
1989 yılında, Bulgaristan Türkleri üzerindeki baskılar zirveye ulaşmıştı. İsim değiştirme kampanyaları, dini ve kültürel yasaklar, toplumsal dışlanma, bir halkın kimliğini yok etme girişimleriydi. Ancak bu baskılar, halkın sessiz kalmasını sağlamadı. Mayıs ayında başlayan protestolar, rejime karşı önemli bir direnişe dönüştü.
Fakat bu kalkışmanın ardından gelen Büyük Göç, yalnızca fiziksel bir yer değiştirme değil, aynı zamanda Bulgaristan Türkleri üzerinde oynanan büyük bir oyunun da parçasıydı. Türkiye’ye doğru yola çıkan yüz binlerce insan, yerlerinden edilirken, Bulgaristan’da liderlik yapabilecek pek çok kişi önceden tespit edilip Avrupa’ya yönlendirildi. Bu insanlar önce Avrupa’ya, sonra bazıları Türkiye’ye geçti. Bu stratejik hamle, Bulgaristan Türklerinin hem içerde hem dışarda organize olmasını ve gerçek bir liderlik oluşturmasını engellemek amacı taşıyordu.
4 Ocak 1990: Bir Sözde Türk Partisinin Doğuşu
Büyük Göç’ün ardından, 4 Ocak 1990’da Bulgaristan’da sözde Türk partisi olan DPS’nin (Hak ve Özgürlükler Hareketi) kuruluşu ilan edildi. Bu parti, görünürde azınlıkların haklarını savunmak için kurulmuş olsa da, arkasında eski Bulgaristan istihbaratı olan Dırjavna Sigurnost’un (DS) izleri vardır. Kurucular listesi 33 kişi olarak geçse de, bu 33 kişinin kim olduğu hâlâ bilinmiyor. Bu isimlerin hiçbir zaman açıklanmaması, partinin kuruluşundaki karanlık noktaları daha da belirginleştiriyor.
DPS’nin liderliğine getirilen Ahmet Doğan, istihbaratın tanıdığı ve kontrol ettiği bir figürdü. Halktan uzak, fakat DS için işlevsel olan bu lider, kısa sürede Bulgaristan siyasetinde bir joker haline geldi. Demokratların güçlenmeye başladığı dönemde, komünist rejimin çıkarlarına hizmet eden DPS, siyasi arenada dengeleri değiştirdi. Ahmet Doğan’ın emirle hareket eden bir lider olduğu açıkça ortadaydı, ancak bu gerçek, Türk halkını 35 yıl boyunca kandırmalarına engel olmadı.
DPS: Demokrasi Önünde Bir Engel
DPS’nin kuruluşu, Bulgaristan’daki Türk azınlığın haklarını savunmak yerine, komünist rejimin devamını sağlamak için kullanılan bir araç oldu. Bu parti, Bulgaristan’daki demokrasinin önünde bir engel haline geldi. Komünistlerin iktidar oyununda kullandığı bir araç olarak, azınlıkların haklarını savunma iddiasını yalnızca bir maske olarak kullandı.
Geleceğe Bakış: Belgeler Ortaya Çıkacak
Bugün DPS’nin geçmişi hakkında çok şey bilinse de, geriye kalan belgeler ve gerçekler bir gün tamamen açığa çıkacak. O zaman, bugüne kadar Ahmet Doğan’a ve bu partiye destek verenlerin nasıl bir yüzleşme yaşayacağını hep birlikte göreceğiz. Ancak şunu unutmamalıyız: DPS, yalnızca bir parti değil, aynı zamanda Bulgaristan’da demokrasinin önünde duran en büyük engellerden biridir.
Türk Halkının Özgürlüğü ve Demokrasi Mücadelesi
4 Ocak, yalnızca bir partinin kuruluş tarihi değil, aynı zamanda Bulgaristan Türklerinin siyasi manipülasyonlarla nasıl kullanıldığının da sembolüdür. Bu manipülasyonların kalıntıları temizlenmeden, Bulgaristan’da gerçek bir demokrasinin inşası mümkün değildir. Bu gerçek, yalnızca Bulgaristan’da değil, bu oyunların farkında olmayan herkes tarafından bilinmelidir. Türk halkının kimliğini ve haklarını koruma mücadelesi, bir gün gerçek liderlerin önderliğinde zaferle sonuçlanacaktır.
Bu tarih, 4 ocak yalnızca bir ibret değil, aynı zamanda bir direniş çağrısıdır.
Gerçek demokrasi, ancak halkın kendi kaderini özgürce belirleyebildiği gün gerçekleşecektir.