Sempozyumun açılışından önce Bulgaristanlı Burhanettin ARDAGİL’in Resim sergisinin açılışı yapıldı. Tek tek resimler gezilerek ARDAGİL kendisi bilgi verdi. Resimler tek tek gezilerek ne anlama geldiğini anlattı.
Ardından Sempozyumun açılışını Dr.Müjgan DENİZ yaptı, Saygı duruşu ve istiklal marşı okunduktan sonra Dr.Müjgan DENİZ kısaca BULTÜRK derneğinin tarihçesini anlattı. Ardından Fatih Belediyesini Temsilen Başkan Yrd.Hasan SUVER bir konuşma yaptı, Kocaeli Belediye Bşk.temsilen BAL-TÜRK Genel Başkanı Sn.Bayram ÇOLAKOĞLU kısa bir selamlama konuşması yaptı. Ardından BULTÜRK Genel Başkanı bir konuşma yaptı.
Başkanın Konusması;
1989 GÖÇÜNÜN 25. YILDÖNÜMÜ
ULUSLARARASI BULGARİSTAN SEMPOZYUMU
Organizasyon komitesi adına açılış konuşması
Sayın Belediye Başkanlarım, çok değerli yerli ve yabancı bilim adamları, çok kıymetli Sivil Toplum Kuruluşu (STK) başkanları, yöneticileri sevgili konuklar, çilekeş ve sırtı yere gelmeyen soydaşlarım, bir daha geri dönmemek üzere, varımızı yoğumuzu geride bırakarak, tüm hayat boyunca tırnaklarımızı kazıyarak edindiklerimizi bir kalemde silerek yola koyulduğumuz, daha adil ve mutlu bir hayat için yola çıktığımız, o hatırlamak bile istemediğimiz 1989’dan buyana 25 yıl geçti.
Çile dolu bu çeyrek asrı dimdik yürüyen bir Toplumu- Bulgaristan Türklerini temsilen sizleri bu bilgi şöleninin yüksek kürsüsünden selamlarken, önümüzdeki 2 gün içinde birlikte yürüteceğimiz çalışmaların hepimiz için, özellikle soydaşlarımız, Bulgaristan’daki yakınlarımız ve ayrıca tüm Bulgaristan halkı için çok anlamlı, faydalı ve başaralı olmasını temenni ederim.
Asırlarca dökülen gözyaşlarımızla ıslatılan topraklarımız, doğduğumuz evler, en iyi umutlarımız, birlikte yaratmaya çalıştığımız hoşgörüye dayanan bir medeniyet, komşularımız, köylerimiz, yürümeyi öğrendiğimiz yollar kaldı oralarda.
Bulgaristan bizim ilk göz ağırımız; zorla göç etmiş de olsak, acımız unutulmaz da olsa bizim Ata Vatanımızdır Bulgaristan.
Bizler kovulmuş da olsak Vatanımızda düşmanlık tohumları bırakmadık, yüreğimizde hınç beslemedik, öfke büyütmedik. Bizler hiç bir zaman vatanımıza karşı hainlik yapmadık. Bir canlının nasıl anne baba seçme şansı yoksa, ayni şekilde Vatanını da seçme şansı yoktur. Bir çocuk nasıl ana babasına el kaldıramazsa, insanoğlu da Vatanına düşman olamaz. Fakat her vatandaşın Vatanından Anne şefkati gibi şefkat, Baba merhameti gibi merhamet beklemesi tartışılmaz hakkıdır.
Bir anne evlatlarını nasıl ayırmadan, kırmadan, incitmeden var ediyorsa, Vatan da vatandaşlarını bağrında aynı sıcaklıkla yaşatmalı, hepsini hiçbir ayrım gözetmeden eşit kılmalıdır. Vatan Vatandaşlarının hepsini aynı özgür ortamda mutlu etmek için vardır. Vatan senin ya da benim değil, hepimizin ve bölünmez ortak paydamızdır.
Bulgaristan, sadece Bulgarların vatanı olmamakla beraber, bu topraklar üzerinde doğmuş ve yaşama gibi en doğal haklara kendiliğinden sahip olan Türk, Roman, Ermeni, Yahudi, v.s. aynı sorumluluk ve yükümlülüklerin ağır yükünden kendine düşen payı sırtında taşımayı kabullenen her birimizin Vatanıdır.
Vatan hakkı tüm diğer insan haklarının en başında gelir ve kutsaldır.
Bu anlamda, 1989 göçünün, ismi ne olursa olsun, adına ne denirse densin, bizler için tek bir anlamı vardır. Bu göç sayıları milyonları aşan Bulgaristan Türklerinin, tüm kardeşlerimin, en doğal hakkına, Vatandaşlık hakkına Totaliter rejimin en vahşi, en barbar, en amansız bir saldırı ve bu hakkımızı gasp etme çabasıdır.
Emsali olmayan bir zalimliktir.
Kalbimizdeki sönmeyen bir acıdır. Fakat burada bir hususun altını çizmek ve bir birinden ayırt etmek lazım. Tüm bu olup bitenlerin baş mimarı ve uygulayıcısı Totaliter komünist rejim ve uzantılarıdır.
Burada Bulgar halkına bir suç ve kabahat yüklemek bizim adalet anlayışımıza aykırı ve Bulgar halkına karşı haksızlık yapmış oluruz. Evet, bize karşı işlenen suçlarda 25 yıldır adalet yerini bulmadı bu da bir gerçek.
Buradan herkes kendine düşen sorumluğu düşünmeli, bilmeli ve bir gün suçlular hesap vermesi gerektiğini buradan yetki sahiplerine sesleniyorum. Bir gün Bulgaristan da demokrasinin kuralları işleyecek ve adalet yerini bulacaktır diye inanmak istiyorum. Çünkü başımıza gelenleri biz asla ve asla hak etmedik.
Neden mi? Çünkü bizler Bulgaristan topraklarını Vatan yapanlarız. Biz üreten, var eden, inşa eden, helalından geçinen, her şeyimizi alın teri ile kazanan bir toplumuz.
O topraklarda güzellikleri, öz kültürümüzü, farklılıkların uygar örgüsünü, imanlı, gelenekli, sevgi dolu gönüllerimizin sevgi dolu sıcaklığıyla adam ettik, yaşattık.
Nasırlı ellerimizle inşasına katıldığımız, içinde çalıştığımız 15 752 küçük ve büyük ölçekli sanayi işletmesinden 13 500’ünün hurdaya çıkarılıp yok edilmesine, meyve yüklü bıraktığımız bağların, bahçelerin, başak denizi altın rengi ovaların bizden sonra yıllar yılı nadasa bırakılmasına; 1 milyon 650 bin iri baş hayvandan ancak 90 bin kalmasına; 1 400 000 koyun ve kuzudan ancak 1 milyondan az kalmasına üzülmemek, “likide edenleri” lanetlememek, parçalanan yürekleri avutmak elde mi?
Serpilip açıp sarmış, mutlu gelecek yüklenmiş bir diyarı gavgalaz ve eşek dikenliği haline getirenleri eleştirmemek, kınamamak ve tüm bu olup bitenlere görüpte karşı duyarsız kalabilir mi bir bilinçli vatandaş?
O eşsiz güzellik ve bolluğun orta direği, ana dayanağı bizmişiz demek. Biz kovulduk ve oralar kısırlaştı, karardıkça karardı, sefileşti. Ahımız tuttu demek istemiyorum çünkü üzülüyorum bu duruma.
Her şeye rağmen, bugün, savaşsız, zulüm süz, işkencesiz, katliamsız, giyotinsin bir Avrupa Birliği’nde yeni ortak bir uygarlık yaratılmaya çalışılıyorsa, biz bu asil davada en ön saflarda olmaya hazırız.
Biz eski kıtanın yeni uygarlığını oluşturan kültürün, hukukun ve dinlerin eşiği ve beşiği olan toprakların evlatlarıyız.
Evet, dünya değiştikçe biz de değiştik. Hiçbir nimet bize altın tepside sunulmadı.
Vatan özlemini içimizde yaşatıyor ve Vatan hoşgörüsünü hak ediyoruz. Modernleşirken, bazıları gibi dünyayı uluslara; etnik azınlıkları da düşman ve dostlara ayırmadık.
Allah birdir deyip, Tanrı’yı düşman bilmedik, hiçbir dine Haçlı Sefer açmadık, yaratanın ibadet evlerine saldırmadık, yıkmadık. Yaratılanı yaratandan dolayı seven ataların torunları olduğumuzu da hiç amma hiç unutmadık.
Vatanımızın spesifik renkleri bizim genlerimizde kodlanmış ve yaşıyor.
Bilmeyenleriniz varsa diye söylüyorum: Özlemlerimiz ezile ezile bilinç oldu. Vicdanımız yaratıcı güçle kanatlandı. Umutlarımız ortak ufuk arıyor.
Ve büyük ezilmemiz, 1877/78, yani 93 harbiyle başladı, 1912 -14’te bozgunlar yaşadık; Balkan coğrafyasında en büyük acıları Bulgaristan Türkleri çekti.
Çarlık dönemi, 1934 askeri darbesi hepimizi perişan etti, Büyük Savaşlar bir katliamdı, göç dalgalarını büyüttü de büyüttü. Artık Ana vatanda 10 milyonu aştık. Bize Vatan olan topraklara ebedi borçluyuz. Bizi kabul eden, kardeş bilen insanlara minnettarız. Temennimiz ortak sofralarımızın dolup taşmasıdır.
Ve bugün biz, buraya, işbu bilgi şölenine, hala devam eden Bozgunluk PSİKOLOJİSİNİ DAĞITMAK, diriliş kıvılcımlarını hayata çağırmak için toplandık.
Biz Vatansızlığın ruhunu, artık yaşı 135 olan yaşlanan BOZGUN RUHUNU ebediyen gömmek için buradayız. Biz, bizi ezenlere karşı çarkı ters çevirmek için el ele verdik, cephedeyiz.
Evet, biz, uykusuz, aç, susuz göç yollarında, tutuk evlerinde, hapishanelerde, sürgünlerde, ” Belene” ölüm kapında Mayıs 1989 İsyan ateşinde örs ile balyoz arasında dövülürken suyumuzu aldık ve tepeden tırnağa böyle çelikleştik.
Ve bizi biz eden, 93 harbinde, o büyük Vatan kavgasında emsalsiz kahramanlık örnekleridir; 1934 askeri darbesinden sonra 1936 göçünün çilesidir;
1945’te faşist Çarlık rejimi sosyalist düzenle değiştirenler eşitlik geldiğini ilan etseler de, Bulgaristan’da Türk düşmanlığının hiç bir rejim ve ya düzende değişikliğe uğramamıştır. Bu “terbiye”nin devamı 1951-53, 1968-69 ve 1977-78 kitlesel göçlerinde sardığımız yaralar ve aldığımız büyük derslerdir.
Hele 1970-1984-1989 “eritme”; “asimile etme”, “Bulgarlaştırma” politikalarının uygulandığı ve 3 milyon civarında Türkün ve Müslümanın devlet terörü ile kimliğinin resmen yok edilmek istenmesi ile şekillenmiştir.
Sabrımızı taşıran Hitlerin icatlarını bile sollayan mezardaki atalarımızın isimlerini de değiştiren, bir Türk ananın öz çocuğuyla öz dilinde konuşmasını yasaklayan yüz karası icatlardır.
Ve başımıza gelen daha nice çile tümümüzü HAK VE ÖZGÜRLÜK için ayaklandırmıştır.
Son dönem insanlık tarihinde ezilen bir halkın tek vücut halinde ulusal çapta baş kaldırışına örnek veren biz olduk.
İsyanımız, Vatan sevgimizin ateşiyle doğal haklarımız için, en tabii haklarımızla, özümüzün yansıması olan özgün kültürümüzle yaşama azmimizin volkan gibi patlamasıydı.
Halkımızın önü alınmaz infilak gücü totaliter rejimi, diktatör Jivkov’u; demokratik Bulgaristan’ın ilk Cumhurbaşkanı Sayın Jelü Jelev’in değişiyle “faşizmleşen komünist rejimi ve totaliter iktidarı devirdi ve tarihin çöplüğüne attı.”
Ne yazık ki, İsyan dalgasının görkemi ve gücü Komünist rejimi paniğe sevk etti, Jivkov sınırlarını açtı ve bizleri de göçe zorladı.
Son çeyrek asırda birçok şey değişse de, birçoğu da aynı kaldı.
Bir defa göç selinin açtığı Türkiye Bulgaristan devlet sınırı bir daha kapatılamadı.
Demek istediğim, iki tarafa açılan Bulgar-Türk sınırı “GÖÇ” sözünü de tarihe gömdü.
Tüm çarpık, ters ve asılsız iddialara karşın, Bulgaristan’da yaşayan Türkleri ile son 135 yılda Vatanımızdan kovulan tüm soydaşlarımızın aynı sudan, aynı boydan ve aynı özden Türk olduğu ve dönüşü olmayan bir biçimde kanıtlandı.
Biz, Balkanlılar, biz Bulgaristanlılar artık Türkiye Cumhuriyeti’nde 10 milyonu aştık, orada kalan kardeşlerimiz de en az bizim kadar Türk’tür. Aynı kökten, aynı soydan, aynı boydan ve çekirdekten gelmemiz, aynı ruhta birleşerek koparılamaz biçimde kaynaşmamız HEPİMİZDE YEPYENİ BİR B İ Z yarattı.
Bu emsalsiz olgu, bu kudret toplayan yeni güç bu defa da Türkiye’den Balkanlar’a, Bulgaristan’a geri taşıyor, ata yadigarı topraklarımızda politik gündem belirleyen nitelik alıyor.
Bulgaristan Bulgarların, Türkler Türkiye’ye sloganına artık eşekler bile gülüyor.
Derin bir hüzünle ifade ediyorum.
Bugün Bulgaristan stratejik çöküş yaşıyor; ulus devlet, tek ulus-tek dil, tek kültür saçmalıklarının enkazı altında inliyor. Öyle ki, politik, sosyo-ekonomik ve manevi çöküşün ardından, nüfus körelmesini de getirince “Türk’ten iyi ne komşu ne dost bulunur!” diyenler çoğaldıkça çoğalıyor.
Biz içimizdeki hoşgörüyü koruyarak, iyi kötü buralarda barınırken, 2.5 (iki buçuk) milyon Bulgaristan vatandaşı, bu arada yakınlarımızın büyük kısmı ekmek teknesini Batı Avrupa’ya taşıdı. Olayı “ ulusal çöküş” le açıklayanlar “yok oluştan” dem vurmaya başladı. 35 yıl sonra, yani 2051’de son Bulgar’ın toprağa verileceği açıkça anlatılıyor. Profesörler, Bulgar Bilimler Akademisi uzmanları TV ekranlarına çarşaf çarşaf verilerle VAHİM OLAYI ispatlarken, çare mi arıyorlar?
Biz son Bulgarın cenazesine gitmek istemiyoruz. 600 yıl beraber oluşumuzun bir saygın hatırı da olmalı. Yaşamak ve varolmak Tanrının hepimize bahşettiği kutsal hakların en büyüğüdür. Beraberliğimizin sonu, 25. Yılını andığımız son büyük ve acı göç, Bulgar milletinin sonunu getirip, son Bulgarın mezarını kazıyor ise, gelin acıları gömelim, yeni kardeşlik ağıcı dikelim ve gölgesinde iyi kötü birbirimize katlanarak, beraberce yaşayalım. El ele verip “eski dosttan düşman olmaz” ata sözünü hayata geçirelim.
Bu düşünceler seyrinde, kimseyi lanetleyip kötülemiyoruz.
Ama bir anaya evladına ana dilini öğretmeyi yasaklayanları Cenabı Hakkın cezalandırması, ebedi adaletin değişmez kuralıdır, buna inanıyoruz. Bir ulusun XXI. Yüzyılda ıssız köylerde, insansız yollarda, komşusuz şehirlerde, torunsuz dairelerde in cin gibi, ucubeler gibi tek başına, nefesine torun kokusu almadan yaşatmaya mahküm etmesi de, inanınız, Cenabı Hakkın lütfü olmalı…
Güzellikler bin bir olduğu gibi, çekilecek çileler de bin birdir.
Biz Bulgaristan göçmenleriyiz, çifte vatandaşız, Avrupa Birliği vatandaşı haklarına da sahibiz. Bu durum bizim mücadelelerimizin bir erdemidir.
İstenen her seçime katıldık. Yüksek bilinçli irademizin ifadesi oyumuzdan korktular, kanunları kırpa çırpa anlaşılmaz duruma getirdiler, son seçime katılamadık, ama şimdi “yine bizsiz olmuyormuş” herkesin seçimlere katılmasını zorunlu kılan yeni yasalar yazmaya başlamışlar.
BİZE DAHA BÜYÜK SANDIK GÖNDERİN. Sofya Parlamentosunun yarısını vekillerle doldurmaya hazırız. Ve biz oyumuzu GERB’e de veririz, bağımsıza da veririz.
Oyların rengi insan kardeşliği gibi tek renktir.
Bizim kimseye kinimiz yok!
Ama atalarımıza yüz yıl kan kusturanlara, ninelerimize bir asır göç yolu gösterenlere, Türklüğe ve Müslümanlığa ihanet edenlere, HAK VE ÖZGÜRLÜKLERİMİZİ bit pazarına sürenlere, hem söylenecek sözümüz var hem de hainlerle bitmeyecek bir kavgamız ve hesabımız var.
Çoban kulübesinden çıkıp Sofya’da “Saraylarda” sefa sürenlerle çok özel görüşmelerimiz olacak. Türklüğe ihanetin bedeli değişmez…
Durum böyle olunca, değerli kardeşlerim, sayın konuklar, biz Bulgaristan vatandaşı olarak Vatanımızdaki tüm kültürel, sanatsal, siyasi, ekonomi sportif vs. etkinliklere Bulgaristan vatandaşı olarak eşit haklarla katılmak istiyoruz.
Genlerin kaynaşması yarının dostluk, kardeşlik, işbirliği, farklılıkları birleştirecek yeni uygarlıkların kapısını açacaktır.
Şu anda, hepimizi gururlandıran ünlü Vatan evlatlarımızdan Tokyo Olimpiyatlarında Serbest Güreş Şampiyonu Lütfü Ahmedov gözlerimin önünde; Şampiyonlar şampiyonu Naim Süleymanoğlu ve Halil MUTLU hep aramızda. Newyork’un Büyük Orkestra Salonunda Dünya Filarmoni Orkestrasına şeflik eden Muhsur Mehmedov’un namelerini sanki hala dinliyorum. Ve tüm benliğimle tekrar ediyorum:
Bulgaristan’ı Bulgaristan yaparak VATAN’a gurur yaşatan bizlerdik. Ve biz bugün de o eskimeyen gururla yaşıyoruz ve yaşayacağız.
Bu bilgi şöleni, sizin ilginiz ve katılımınız, her açıdan çok anlamlıdır.
Balkanlar’da Bulgaristan’da, tüm bölgede yepyeni bir dünya yolcuları olarak hepinizi candan kutluyor; hepinize başarılar diliyorum.
Ardından Dr.Müjgan DENİZ Sn.Hasan SUVER ve Sn.Bayram ÇOLAKOĞLU’na birer plaket taktim edildi ve böylece açılış merasımı bitmiş oldu.
Ardından 1.Oturuma gecildi;
Devamı gelecek…