Seyhan ÖZGÜR

2014 yılındaki ana kavgamızın özetinde “Sofrada kalsınlar mı?, yoksa “Sofradan kalksınlar mı?” meselesi vardı.

Sofrada kalksınlar mı?”  fikri iki yerde birden doğdu.

  1. Önce, 25 yıldan beri geleneksel özgün hak ve özgürlüklerinden, adalet davasında bir zırnık, bir kırıntı bile elde edemeyen Bulgaristan Türkleri ve Müslüman seçmen tabaka bilinçli tepki gösterdi. 2009 genel seçimlerinde ve ardından 2013 erken meclis seçimlerinde ve 2014 erken seçimlerinde 200 bin seçmen farklı seçim yaptı. Olay bununla da bitmedi. 25 Ekim 2014’te 150 bin oy beklenen Türkiye’deki kardeşlerimizden ancak 60 bin oy gelmesi de Bulgaristan Türklerinin iç dokuda birlik olduğuna ve Hak ve Özgürlükler Partisine “Lütfen Sofradan Kalkın! Siz bizim davamızın eri olamadınız ve niyetiniz farklı!” dediğine tanık olduk. Son iki yıl Bulgaristan’da sözde demokrasiye geçiş dönemini Türklerin çok takından takip ettiğine ve gelişmelere bilinçli ve toplu halde tepki verdiğine kesin kanıttır.

 

  1. İkinci olarak, Bulgaristan demokratik kamuoyu Hak ve Özgürlük hareketini para babaları, oligarşik kulis ve gizli polis adına yöneten HÖH-DPS yönetim elit kısmına “Lütfen Sofradan Kalkın! Dedi. Bu çok önemli bir davet oldu. Politik anlamda bu, Türklerin partisine hükümetten tamamen çekil ve bu tarakta bir daha asla bezin olmasın, demek oldu. Başka bir açıdan baktığımızda, politik, ekonomik, sosyal ve kültürel olan 25 yıldan beri çöken Bulgaristan toplumunda Türk partisi ve onun BSP partisi ile ortaklığı olup bitenden sorumlu bir günah keçisi durumuna düşürüldü. Bunu deyenlerin dikkatini çeken,  1990’dan sonra ülkede kurulup dağılan toplam 350 siyasi partiden bir tek HÖH-DPS partisinin parlayıp sönmeye devam etmesi olmuştu. Türk seçmenin tepkisini alan HÖH partisinin yoksul-sefil Çingene bataklığından yengeç toplar gibi oy toplaması bardağı taşıran son damla oldu.

Bu tepkinin çaktığı kıvılcımları, 2013 protesto hareketinde; 4 defa birlikte kabine kurmalarına rağmen, hatta adeta birbirinin ağzına tükürmüş hallerine karşın, Sosyalist Partinin (BSP) partisinin yeni tavrında, yani Hak ve Özgürlük Partisiyle bir daha hükümet ortaklı istemiyorum tövbesinde gördük. Fırsattan yararlanan aşırı sol ve sağ halk yardakçısı faşizan hareketin Türklere ve tüm Müslümanlarımıza ve Yakın Doğu çatışmalarından kaçıp ülkemize  sığınmak isteyen kaçak yabancılara karşı hortlamasının özünde HÖH-DPS partisine hitaben dillenen Lütfen Sofradan Kalkın!, çağrısında da ifade buldu.  Giderek bu hareket in çok yayılması bu konuda suskun tavırlı kalan ve cephe açma heveslisi olmadığı izlenen Bulgaristan’ın Avrupalı Geleceği İçin GERB partisinin de hem seçim arifesinde hem de hükümeti kurma görüşmelerinde “HÖH-DPS siz Hükümet” sloganı yükseltmesine vesile oldu. Bu tavrı politik ortama yeni çıkan Reformcu Blok (RF) ufak tefek partilerin demetinde de izledik. Demek oluyor ki, 25 yıldan beri ilk kez 2014’te kesin olarak yineleyen (tekrar eden) bir politik cepheleşmeyle yüzle şildi. Biz böle Bulgarların topluca Türk ve Müslümanlara karşı cephe aldığını totalitarizm bunalımında, 1984–1989 isim değiştirme, etnik temizlik ve kültürel soykırım yıllarında yaşamıştık. Bu defa farklı olan Bulgaristan Türk ve Müslümanlarının kendilerini büyük ölçüde HÖH-DPS siyasi elitten ayrılıp sessizce uzaklaşmalarında,  Türk seçmenin GERB partisine 100 bin oy kaydırmasında görüyoruz. Böylece ilk kez olmak üzere Bulgaristan Türk halk toplumunun hemen hemen yarısı kendi kurduğu partiden cayıp Bulgaristan demokratik kamuoyu tarafına geçip bir siyasi arayış içine girdi. Bu açıdan değerlendirildiğinde, bu defa Türkler, Müslümanlar Bulgar demokratlarla birlik olup HÖH-DPS yönetim tayfasına “Lütfen Sofradan Kalkın!” çağrısında birlikte bulundular. 2014 yılında Bulgaristan politik yaşamında yeni olan ve önem taşıyan ve gelecek için belirleyici olan budur. Burada Türkler tarafından ret edilen öncelikle HÖH liderinin icat edip dayattığı ve parti politikası haline getirdiği “Bulgaristan Etnik Modeli” oldu. Bu model Bulgaristan’ın demokratikleşmesine en büyük fren olduğu gibi, etniklerin toplum dışında kalmasını ve süreğen asimile etme politikasıyla yabancılaştırılmasını öngöründen, toplumun felaketini gizleyen bir saatli bombadır.

 

  1. Üçüncü olarak, HÖH-DPS partisinin “Sofradan kalkmak istememsidir.” Bu tavır Bulgaristan Türklerini süründüre süründüre asimile edip Bulgarlaştırılma zihniyetine hizmet etmekten başka hiçbir şey değildir. HÖH-DPS partisi 4 Ocak 1990’da gizli Bulgar polisi “DC” ajanları tarafından bu amaçla kurulmuştur. Ahmet Doğan bu hedefe hizmet etsin diye okutulmuş, hapishanede bile beyaz çarşaflı yatakta yatırılmıştır. Ahmet ve Lütfünün esas amacı Türklere Türklüklerini, dinini ve öz kültürlerini, bu arada ve en başta ana dilleri olan Türkçemizi unutturmaktır. Soruyorum: 1990’dan sonra okullarda Türkçe okunacak denince bir günde 110 bin çocuk gidip anadilimi öğrenmek istiyorum dilekçesi verirken, 2014 ders yılında yalnız ve ancak 9 bin çocuk Türkçe derslerine giriyor. HÖH-DPS yönetimi “İngilizce öğrensinler, Türkçe bilse de ne olur, Türkçe ekmek parası dili değildir, deye deye halkımızı ana dilinden caydırmaya çalıştılar, çalışıyorlar.” Bu hainliğin hesabı mutlaka sorulacaktır. Bu noktada konuma biraz devam etmek istiyorum. Bilindiği üzere, ana dil, din hakları, özgün kültürü geliştirme hakları, halk toplulukları (azınlık) hakları Avrupa Birliği Anayasasında bek ayrıntılı bir döküm bulamamıştır. Bu noktadan olmakla, AB Anayasası kabul edilmedi. AB üyesi 28 devletten her biri azınlıklar sorunlarını kendi iç yasalarına göre çözmelidir. Bulgaristan 2007’de AB’ye üye alınırken, Sofya’dan “azınlıklarınızın problemleri nelerdir?” konulu bir bildiri istenmiştir. O zaman Ahmet Doğan bir baş ajan olarak bizim adımıza ve bize sormadan kendini gelin güvey yaptı ve “BULGARİSTANDA AZINLIK SORUNU DİYE BİR PROBLEM YOKTUR” deklarasyonu imzaladı. Bu nedenle Brüksel bizim azınlık sorunlarımıza eğilmiyor. Mesela şimdi Bulgaristan’da Eğitim Reformu üzerine çalışmalar başladı. Eğitim, Öğretim ve Teknolojiler bakanlığında komisyonlar kuruldu. Burada en önemli sorun, Bulgaristan’ın yeni eğitim sisteminde halk topluluklarının (Türklerin, Pomakların, Çingenelerin, Ermeni, Yahudi vs. azınlıkların) çocuklarının devlet okullarında anaokulu ve ilkokuldan başlayarak ana dillerinin nasıl öğretileceği sorunudur. Etniklerin ayrı sınıfları mı olarak, sınıflar yarıya mı bölünecek, anadille birlikte etniklerin dini, tarihi, edebiyatı, kültürü, ahlakı ve gelenekleri ders programına mı girecek, aynı dersler ya da sınıflar olarak mı öğretilecek. Sınav sistemine nasıl dahil edilecek. Sorun budur. HÖH partisinin mecliste 38 milletvekili olsa da ne olacak, hepsine al paranı sus ve şekerleme yap demişler, Komisyona 1 milyon Türk’ten bir öneri gelmemiş. Öğretmen dernekleri, okul müdürleri de susuyor. Muhtarlıklar ve belediye meclis üyeleri uykuya dalmışlar. Kısa kesiyorum: Sayın Cumhurbaşkanı A. Gül ile birlikte ülkemizi son defa ziyaret eden yüksek Türk devlet heyeti üyelerinde olan Bulgaristanlı aydın Osman Kılıç Şumnu’da yaptığı görüşmede, “bu işler böyle giderse Bulgaristan’da Türkçe konuşan Türk, çocuğunu emzirirken Türkçe ninni söyleyen ana kalmayacak!” tahmininde bulunmuştur. Bu tahmine katılan BG Stratejik Araştırma Merkezi BG SAM “30 yıl değil ama 50 yıla kadar, kökümüze kçbrit suyu dökülecek!” demekle yetiniyor. “Bana dokunmayan yılan bin yaşasın!” artık geçerli akçe olmamalıdır. Hepimiz kültürümüze ve anadilimize, ahlak ve geleneklerimize, adetlerimize bir yenilenme hamlesi içinde ve toplumla tam bir uyumluluk içinde sahip çıkmalıyız. Kültürümüzün ve dinimizin özündeki hoşgörü buna yeter de artar. Bizi süründüre süründüre kimlik değiştirmeye zorlayan zulüm bir HÖH-DPS politikası olarak günümüzde devam ediyor, bunun önünü ancak kimliğimize sahip çıkarak alabiliriz.

 

Bir yandan Türk aydın ve öncülerin Türk olduklarından başlarına gelen çilenin yaralarını hala saramayan halkımız, art arda gelen büyük göçlerin acılarını da aşamadı, saramadı ve kendi içine sığındı ve kapandı. Halk topluluğumuza öncülük edecek bir aydın 30 – 40 yılda yetişirken geçen yüzyılın ikinci yarısında 20 yıl arayla büyük çözülmeler, göçler yaşadık, soy bağlarımız devamlı yara aldı, toplumumuzun kaymağı olan düşünenlerimiz, yazar, şair, öğretmen, hoca, okul müdürü ve memurlarımız hep kovuldular ve halkımız eli kalem tutanlarımıza, kamuoyu oluşturanlarımıza, halkımızın gönül sevgisi taşıyıcılarımıza hep muhtaç bırakıldı. Bunların tümü Türk halk topluluğunu Bulgaristan’dan temizleme politikasının uzantısıydı. Ne yazık ki, HÖH-DPS partisi bu politikayı sürdürdü ve devam ettiriyor. Bugün HÖH-DPS partisine oy verenler “başımıza yeni belalar sarılmasın” teminatı olarak oyunu HÖH partisi için kullanıyor. Ne yazık ki bunu yaparken sürünerek kimliksiz ve omurgasız sürüngen olmayı soylarımızın yeni kaderi olarak kabul etmiş oluyor. Sürünen düşenin halinden anlamaz mantığıyla hareket eden Ahmetler Lütfüler, sürünmemizi kimliğimizden vazgeçmemizin en geçerli yolu olarak seçmişlerdir. Bu durumda, çareyi Batı Avrupa ülkelerine kaçmakta bulanlar (2.5 milyon Bulgaristanlı dış ülkelerde çalışıyor) da 2. kuşakta Türk ve Müslüman kimliğini istemeseler de kaybetme kaderini kabullenmiş oluyorlar ki, bu kitle artık çok kalabalaştı. Bunu başımıza gelen bin bir beladan en azı olarak kabul etmek isteyenleri düşünmeye davet etmek zorundayız.

Demek istediğim “Lütfen bize sofradan kalma özgürlüğü tanıyınız ve biz tıka baksa yemeye devam edelim, fedakârlık eder, sizler için de ara sıra atıştırmaya hazırız” mantığına hizmet etmeye devam edersek, (yani oyumuzu HÖH partisine bundan sonra da vermeye devam edersek) kendi mezarımızı kendimiz kazmayı kabul etmiş oluruz.

Ne mi öneriyoruz?

  1. Seçeneklerimiz nedir: Biz, HÖH-DPS partisi politikasının ve şimdiki alan ve dalkavuk parti yönetiminin tamamen kesinlikle ve ebediyen politikadan uzaklaştırılmasını, çöpe atılmasını, Bulgaristan Türkleri, Müslümanları, Çingene kardeşlerimiz ve diğer azınlıkların sorunlarıyla ilgili asla ve kesinlikle hiçbir konuda söz sahibi olmamasını öneriyorum. Bunu kabul ederler mi? Hayır etmezler. Onlar sofrada kalıp bedava yiyip içmek istiyorlar.

 

HÖH-DPS partisinin bugünkü yönetiminin Türklerle, Türklükle ve Müslümanlarla olan tüm temas ve bağılarının ebediyen kesilmesi yolu nedir? Bu mümkün müdür?

Kurtuluş yolu var olmasına da biraz daha imkânsızlıklar üzerinde duralım:

Biz soydaşlar olarak da HÖH-DPS partisi dışında bağımsız milletvekili gösterebiliriz. Fakat bunun çözüm olacağını sanmıyoruz. Bu arada Türk ve Müslümanlık davasına bağlı milletvekili sayısının 38, 30 veya 25 olması da belirleyici değil, şu durumda bizim için… Çünkü sürüden ayrılanı kurt yer misali, HÖH-DPS kodamanları farklı fikirli ya da statülü olan millet vekillerle hemen hesaplaşma yolunu seçiyor. İşte Kemallerli milletvekili Günay ve Blagoeevgrat’lı milletvekili Palev örneği. Seçmen Sofya’dan Ahmet ile Lütfünün gönderdiği aday listesini kabul etmedi, aday listesi içinden tanıdığı ve gönlünde olan sevdiği kişileri seçti, meclise gönderdi. Gönderdi de ne oldu? HÖH liderleri bizim dediğimiz olmadı. Bunlar bizi solladı mantığıyla hırslanıp öfkelenerek saldırıya geçtiler ve dalkavuk milletvekilleri sürüsünü arkalarına alarak ikisini de HÖH meclis grubundan attılar. Oldu mu şimdi. Yani HÖH partisinde parti içi diktatörlük var. Halk baskı altında, meclis grubu baskı altındadır. Bu durumda HÖH partisiyle bir adım ileri gidilemez. Bırakın adalet, hak, hukuk, hürriyet özgürlük davasını bu gidişle bizim durumumuz şöyle olacak. Fıkrası şudur:

Bir genç askere gitmiş.

Evden mektup almış ve anası babası der ki:

Oğlum biz seni nişanladık

Oğlan da asker ocağında eline kalem alıp döşemiş:

Beni everirken bari haber verin!”

HÖH-DPS ile bizim durumumuz budur. Onlar her konuda, her yerde ve her zaman bizim için konuştuklarına ve karar verdiklerine göre, bize kala kala KÖLELİK kalır.

Bir az daha devam edelim:

Başka bir örnek, biz soydaşlar Türkiye’de en az 150 bin seçmeniz, en az 10 milletvekili çıkarıp Sofya’ya gönderecek kadar oyumuz var, ama yasalar bize kendi adaylarımızı gösterme seçip Sofya’ya göndermemize imkân tanımıyor. Bulgar yasaları T.C. Avrupa Birliği dışında olduğundan bu hakkımızı elimizden alıyor. Bu konuda HÖH bizi desteklemedi.

Bu durumda ne yapmalıyız?

Politik atmosferin içinde farklı başka sesler gelmeye başladı.  Bu sesler demokratik bir Bulgar politik partisine yöneliktir ve şimdilik adressiz gibidir. Bulgaristan Türkleri, Pomaklar, Çingene kardeşlerimiz ve diğer halk toplulukları politik PROGRAMINDA demokratik toplum koşullarında de4mokratik, doğal ve insan haklarından kaynaklanan eşit vatandaş haklarını bunlardan kaynaklanan tüm özgünlükler ve özelliklerle birlikte, etnik, din ve mzgün kültür haklarını da tanıyacak bir oluşum içine girmek istiyorlar. 2014 seçimlerinde GERB partisinde etnik topluluklar konusunda böyle bir PROGRAMSAL YAKLAŞIM beklendi. Anayasa, yasalara ve parti programına dayalı yeni bir etnik çözüm, AB içinde düzenlenmiş bir yasal düzenleme tüm etniklerimizin HÖH-DPS’den vaz geçerek yeni bir politik yönetime sarılmalarına vesile olabilir. Türkiye’de bu girişimin öncüsü BULTÜRK Kültür ve Hizmet Derneğidir.

Dede topraklarında yok olmamak için çözüm yolu bulmalıyız.

Sofradan kalkmak istemeyenlere kapıyı göstermeliyiz.

Konumuz devam edecek.

Reklamlar