Seyhan ÖZGÜR

 

Dilimizdeki “Herkesle düğüne gidilmez!” sözü bilinir. Derin anlamlıdır. Daha düğüncü karşılama işinde kullanılan “Şöyle geçin!” dendiğinde, işler belli olur ve yoluna girmeye başlar. Daha salgın, düşün sahiplerine taraf olan kişilerin başka bir haneye alınacağı ve orada ağırlanacağı, bu törene düğüncü olarak gelenlerinse daha umum bir yere davet edildiği ortaya çıkar.

 

Bu gerçeklik her düğünde böyledir. Hayat tekrarlarla ilerler. “Cumanın gelişi salıdan belidir,” sözündeki gerçek de bir hakikati yansıtır. Bir de “Zorla olan işten hayır çıkmaz!” sözümüz vardır ki, o da çok anlamlıdır.

 

Şöyle düşünelim: Bulgaristan’ın son hükümeti olan bugünkü Bulgaristan’ın Avrupalı Gelişimi İçin GERB partisi Başkanı ve Başbakan Boyko Borisov, Reformcu Blok (RB) partisi ve Bulgaristan’ın Yeniden Doğuşu için Alternatif (ABV) partisi ile ortaklığı çok zor kurdu. Aylarca süren görüşmelerden ve karşılıklı tavizlerden sonra şimdiki ortaklığın oluşmasına herkes “büyük başarı” dedi ve biz buna da “neyse ne?!” diyoruz.

 

Zorla olan işten hayır çıkmaz!” uyarısına devam olarak, bir de üstüne üstelik bu hükümet pazarlıklarının içindeki çıbanbaşı şu günlerde sivriliverdi. Kabineye dıştan destek veren, mecliste lehte oy kullanan kısa adı (PF) olan ve özünde ve görünümünde Çarlık döneminde (1908 – 1944) yapılanan eski Bulgar faşizminin uzantılarının yeni milliyetçi, ırkçı ve kendilerinden olmayan herkesi düşman bilen bir örgütlü kesime “hükümet icraatlarını kontrol görevi tanındığı” ortaya çıktı.

 

Daha açık ve anlaşılır bir şekilde sunduğumuzda, Reformcu Blok cephesine giren 5 partiden biri olan ve hükümetin ana ortaklarından biri sayılan Başkan Korman İsmailov ‘un Halkın Özgürlük ve Şeref Partisi (HÖŞP) kontenjanından Orhan İsmailov’un Savunma Bakan yardımcılığına ve Dimitir Velev’in de Sofya Valilisi atanması olaylı geçti. Milliyetçi-ırkçıların nefesini kesti. Yutkunamadılar. Apışıp kaldılar. “Asla olmaz yaygarası” 22 gün sürdü. Anlaşılan arkalarına bir iki yumruk yediler ki, üstüne bir bardak da su içince bakıyorum dün (05.12.2014) sanki gözleri pınarlarına toplandı ve rahat nefes alabiliyorlar. Tabii birinci isteklerinden vazgeçmediklerini hemen açıkladılar: “Bulgar Ulusal Televizyonu (BNT) 10 dakika Türkçe haber bültenini kaldıracak!”

 

Bu adamlar (Bulgar ırkçı-milliyetçiliği) hasta mıdır nedir, anlamak çok zor olsa da, bir şeye kesin inanmaya devam ediyorum. Sanki kendiişler (otomatik) çalışan ve Bulgaristan Türklerine, Türklüğümüze ve Müslümanlara ve Müslümanlığa ve İslam’ la İslami yete ve müminlerin hepsine karşı komplo üreten bir makineleri var. Bu cihazın ambarına 1877-78 Osmanlı İmparatorluğu –  Rus İmparatorluğu Savaşından (93 Harbinden) bugüne değin tüm olup biten sıkıştırmış ve programlı çalışarak komplo ardına komplo itiraf ardına itiraf üretiyor. Mesela şu Orhan İsmailov’un Savunma Bakan Yardımcılığına ve Dimitir Velev’in de Sofya Valisi görevine atanması olayı geçti, şükür deyip bir rahatlamadan, Pazarcık şehrindeki “Ebu Bekir Mescidi’ne” ve daha birçok mahalle ve köye maskeli polis saldırısı, tutuklama,yargılama ve içeri atma tantanasının yankısı da dinmeden,  Başkentte çıkan ve en fazla satan “Presa” gazetesinin (05 Atalık 2014) başlığından okuyoruz:

 

“TÜRKİYE CUMHURİYETİ, RUSE, ŞUMEN VE MOMÇİLGRAT’TA 3 MÜSLÜMAN OKULUNUN PARASINI ÖDÜYOR!”

 

Irkçı kafa sanki vites değiştiriyor. Çocuklarımıza anadil dersini çok gördükleri yetmezmiş gibi, bir de onlar için 140 yıldan beri her an en önemli olan Türk ve Müslüman düşmanlığı ateşinin bir an için sönmesidir. Hatta düşmanlık ateşinin közlenmesine bile izin vermemektir. İlgileniyoruz, “Presa” da çıkan haber peşin ödenmış: Hoca dediyse “Parayı ödeyen çalar düdüğü!”

 

Şu bizim ırkçı-milliyetçi, “ötekileştirici”, küfleri faşizm kokan “PF” tayfasının Boyko Borisov hükümetine “yakın destek” politikasıyla bayram ettirmeyen Korman İsmailov’u kutluyorum. HÖH-cü hırsızların “Ali Baba Hazinesinde ah, vah ettikleri bir dönemde” bizi düşman bilenin ayağında nasır oldu. Uykularını kaçırdı. Sakın ve tutarlı tavrıyla hepsini kudurttu. Geri adım atmadı!

 

Bu işte bizim Hak ve Özgürlük Hareketi (DPS) yönetimine de söyleyecek başka sözlerimiz de var. Halkımızın öz ve öz davasını, adalet ve hürriyet davamızı, kişisel menfaatler uğruna satınız! Ayıp ettiniz. Yazıklar olsun size… Dünyanın en namuslu insanlarının namus ve şerefini peş para ettiniz. Hedefiniz 8–10 karıyla yaşamaktıysa, sözde adam olmak için karı değiştirmektiyse, Türk kızlarını alıp alıp rezil edip boşamaktıysa, hapis hücrelerinden sonra kirada değil saraylarda yaşamaktıysa, keşke peşin söyleyeydiniz! Haklımız size aynı yastığa baş koyacağınız ve sizi ömür boyu rahat ettirecek karı da bulurdu, sizi mesut kılacak konak da tesis ederdi. Bu topraklarda sizden önce konaklarda yaşamış dedelerimizin namusu ve hatırası var. Ne yazık değil mi! Ahmet Şoparov köye İngiliz kalesi gibi sözde “okul” yaptırdı ama bir türlü açıp dört çocuğa ana dilini öğretmek bile nasip olmadı. Neden mi? Çünkü İlahi adalet var, çalma kapma haram parayla gelen bizim halkımızı bulmaz. Evet, haram olan, bize yaramaz! Ahmet Şoparov bunu nereden bilsin?. “Viski” şişesinin ve bardağının üzerinde “Şerefe” yazıyor ve anlamı da şudur: “İç! Baban gibi eşek olma!” Şoparov’un okumak istediği ise: “Oku baban gibi, eşek olma!” Ne yazık ki, yapacak bir şey yok…

 

Şu dünyada açıklanamayan sır yoktur. Öyle de sizin şu ana kadar “yediğiniz bokların hepsi hala açıklanamadı” bu iş bir süre daha böyle gidebilir. Fakat her şey yüzde yüz gün ışığına çıkar ve öğrenilir. Sır kalmaz! Artık Savcılıkla, Yargıçlarla, gizli güvenlik servisi DANS ile birlikte çalıştığınız, dolapları ortaklaşa çevirdiğiniz, aynı sofrada olduğunuz, birlikte çaldığınız göründü. Göründü ve biliniyor. Sis yavaşça da olsa giderek kalkıyor. Çaldığınız 4.2 milyar levadan 1.07 milyarını halk bir günde ödetti. Kimsenin ağzını bıçak açmıyor. Ama bir de şu paraları için yananların paralarını geri aldığı günü görelim. Bu insanların çığı gibi üzerinize geleceği günler ileridedir. Unutmayın, dünyanın geçmişindendir: “hırsız bir defa çaldığı kapıya yeniden döner ve o zaman yakalanır!”

 

Konumuzu dağıtmadan şu demokratik reformlar meselesine dönelim:

Şöyle bir gerçek var:

 

Bana öyle geliyor ki, Boyko Borisov hükümeti, reform yapmaktan evvel yani ilkönce, Bulgaristan Sosyalist Partisi (BSP) ile Hak ve Özgürlükler Partisi (DPS) yi hükümet sofrasından uzaklaştırmak için kuruldu gibi bir hava var. Başbakan B. Borisov’un itfaiyeci geçmişi ile Başbakan yardımcılarının baş komünist kökenleri dikkate alındığında,  meclis içindeki iktidarcı kalabalıkta ağzı aklı başında söz yapan eski avukat, Güçlü Bulgaristan Partisi (DCB) lideri Radan Kınev’ten başka adam yok gibi. O, birkaç gün önce verdiği demeçte “İktidarın Sosyalist Parti (BSP) ile Hak ve Özgürlükler Partisi (DPS) ikilisini devlet softasından ve politik sahneden kovmak için kurulduğunu” açıkladı. Kınev’in dile getirdiği ikinci fikir ise “GERB, RB ve PF koalisyonunun bizim için çok önemlidir”  oldu.

 

Burada çok büyük bir çelişki baş kaldırmış oluyor. Bulgar solunda başoyuncuyu – (BSP) şahsında ve Bulgar politik sahnesinde orta direk (HÖH-DPS) ikilisini şçpe itip, yerine “PF” –ırkçılarını, Türklere karşı konuşurken ağızları köpüren faşistleri iktidarda palazlandırmak da yenir yutulur bir durum olarak kabul edilemez. Borisov’un GERP partisi ile Kınev’in RB partileri “PF” faşistleri karşısında nereye kadar ödün verebilir. Örmeğin eski (sol Milliyetçi, Rusya yanlısı)  “ATAKA” milletvekili ve halen faşist tandanslı, ırkçı “PF” partisi milletvekili olan Slavi Binev’in Meclis Kültür Komisyonu Başkanı önerisine karşı tüm demokratik kamuoyu, aktrisler, yönetmenler, şair ve yazarlar, sanatçılar, opera sanatçıları, üniversite öğrencileri ayaklandı ve meclis basamaklarına oturdu. Bir kültürün milliyetçileştirilmesi, ırk ve insan düşmanlığına oturtulması, kültür ve sanatın hümanist özünün yok edilmesi, Bulgar toplumunu çok ağır yaralayabilir. Geleceksiz kılabilir. Bu açıdan bakıldığında ve Bulgaristan’ın bir Avrupa Birliği (AB) üyesi olduğu göz önünde bulundurulduğunda, bizi iyi günlerin beklemediğini, bu gidişle mundar bile olabileceğimizi düşünmeye başladım. Sözümü konuya ilişkin bir hikâyecikle bağlamak istiyorum:

 

HER KÖTÜLÜKTE BİR İYİLİK VARDIR

 

Kralın birinin, her yerde ve her işinde yanında olan,  bilge bir danışmanı varmış. Kral ne sorsa aldığı cevap hep

  • Her kötülükte bir iyilik vardır, olurmuş.

 

Bir gün ava gitmişler, oklardan biri kralın ayağına isabet etmiş. Danışmanından bu konuda ne düşündüğünü öğrenmek istediğinde aldığı cevap yine:

 

  • Her kötülükte bir iyilik vardır, olmuş.

 

Fazlasıyla hiddetlenen Kral danışmanını hapse atmış. Ve hiddetini yenmek için

 

  • Deyeceğin başka bir şey var mı diye sorduğunda
  • Her kötülükte bir iyilik vardır, olmuş yine.

 

Zaman geçmiş, yarası savmış ve Kral yine avlanmaya gittiğinde bu defa beraberinde danışmanını almamış. Derken yamyamlara yakalanmış. Yamyamlar kralı akşam yemeği için kaynatmak niyetiyle kazana atmazdan önce ve ayağındaki yara izini görmüşler. Bu yamyam cemaati yaralı olanı mundardan sayıp yemezmiş. Kralı cıngıla götürüp salıvermişler. Kral da bir kütüğün üstüne oturmuş ve danışmanın sözlerinde bir gerçek payı olduğunu anlamış.

 

Şimdi bu bize yapılan kötülüklerin ardında bir hayır var mıdır acaba diye düşündüğüm oluyor.

Bir de biz birbirimizi her gün yaralarsak yamyamların bile bizden yüz çevireceği duruma düşer miyiz diye beyin fırtınası yaptığım oluyor da, neden reform reform diye halkı aldatıp   şimdi rüzgârı ters yöne çevirenlere hiddetlendiğim de oluyor.

 

Gelecek hafta beraber olmak niyetiyle.

Reklamlar